Op.Dr.Barış ÇOBAN - Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı

Bloğuma hoşgeldiniz...
Bloğumda siz değerli hastalarımla, hem iletişim kurmak, hem de size daha sağlıklı bir hizmet vermek istiyorum. Bu nedenle de Kadın hastalıkları ve gebe sağlığı ile ilgili merak ettiklerinizden oluşan kategorilerim ve etiketler bölümlerinde makaleler yayımlayacağım.

Ayrıca "op.dr.bariscoban@gmail.com" adresine ve "Etiket konularının alt bölümlerine" yorumlarınızı ve sorularınızı yazabilirsiniz. "İzleyiciler" bölümüne kayıt olarak yeni bildirimlerden daha çabuk haberdar olabilirsiniz.

Bilginin paylaştıkça anlam kazanacağına inanırım çünkü... Bloğumun beklentilerinizi karşılaması dileklerimle...

GENEL JİNEKOLOJİ

   GENİTAL SİSTEM ANATOMİSİ ve FİZYOLOJİSİ

     Kadın üreme organlarını incelerken iki bölümde incelemek uygundur. Dış genital organlar olarak büyük dudaklar, küçük dudaklar, klitoris ve kızlık zarı gözlenir.   İç genital organlar ise daha çok üreme ile ilgili olup hazne (vajina), rahim ağzı, rahim (uterus), tüpler (kanallar) ve yumurtalıklar (overler) olarak değerlendirilmektedir.
 
KADININ DIŞ GENİTAL ORGANLARI:

Labia majora veya büyük dudaklar
      Kadın üreme organının dışardaki en belirgin kısmını oluştururlar. Her iki yanda birer tane olmak üzere yukarıdan aşağı doğru uzanan, içlerinde ter ve yağ bezleri, kan damarları ve sinirler bulunan, iki deri kıvrımından oluşmuştur. Üst kısımları daha çok olmak üzere kıllarla örtülüdür. İç kısmında kıl yoktur.  Özellikle cinsel ilişki sırasında kanlanmaları artıp ödemlenip şişerler. Erkekte testisleri içeren torbaların (hayaların) karşılığıdır.
Labia minora veya küçük dudaklar     Büyük dudakların altında vajina girişini çevreleyen yaprak biçiminde iki küçük deri kıvrımıdır. Büyüklükleri kişiye göre farklı olabilir. Hatta bazı kadınlarda biri büyük biri daha küçük olabilmektedir. Kıl ve yağ dokusu bulundurmazlar. Bol miktarda kan damarları ve sinir hücreleri vardır.
Klitoris
     Erkekteki penisin karşılığıdır. Kadın cinsel organının üstünde küçük dudakların bittiği yerde bulunur. Bol miktarda sinir, duyu hücresi barındırır. Cinsel ilişki sırasında sertleşir ve duyarlılığı sağlar.
Üretra ağzı
     Klitorisin hemen altında mesanenin (idrar torbasının) dışarı açılıp idrarın aktığı deliktir. Sonda buradan mesaneye takılır.
Hymen veya kızlık zarı
      Vajina girişinden yaklaşık 1 cm sonra bağ dokusu ve damarlardan oluşan ince bir deri kıvrımıdır. Zarın ortası, adet kanamasının dışarı atılmasını sağlayacak biçimde açıktır. Çok nadir olarak tümüyle kapalı olabilir ve bir operasyon ile adet kanının dışarı akması için kesilmesi gerekmektedir. İlk cinsel ilişki sırasında zarda yırtılma olur ve her zaman olmasa da bir miktar kanama görülür. Ancak bazı zarlardaki orifis (açıklık) geniş olup cinsel beraberlikte esneme olur ve kanama olmayabilir.  Kızlık zarının spor yapma ,bisiklete binme veya düşme ile yırtılması mümkün değildir.
Perine
     Vulvanın arka kısmından anüse (makat) açılan kısımdır. Kas ve bağ dokusundan oluşmuştur.Doğumda bebeğin başının çıktığı sırada esneyen bölgedir ve normal doğumda epizyo kesisi bu bölgeye yapılır.

KADININ İÇ ÜREME ORGANLARI
Vajina veya hazne
     Tüp şeklinde olup dış ortam ile rahmin arasındaki bağlantıyı sağlayan 8-9 cm uzunluğunda ,15 cm’e kadar uzayabilen ve 10 cm kadar genişleyen elastik bir organdır. Cinsel ilişki bu bölgede olur. Normalde ön ve arka duvarları birbirine değer. Önde mesane, arkada rektum (kalın bağırsağın son kısmı) vardır.  Doğumda bebek bu kanalı geçerek dünyaya gelir. Kanlanması çok iyi olan bu organ doğum sonrası hızla kendini toplayarak eski doğum yapmamış halini alır. Vaginanın ön ve arka duvarlarında Rugae adı verilen enlemesine kıvrımlar vardır. Bu anatomik yapı ilişki esnasında vaginanın boyunun uzamasını ve genişlemesini sağlar. Doğurmuş kadınlarda bu kıvrımlarda silinmeler meydana gelir ve vaginada genişlemeler olur.
Vagina yüzeyini oluşturan mukoza denilen kısım bütün yaşam boyunca kadınlık hormonlarının etkisi altındadır. Kadının üretkenlik döneminde genellikle esnek bir yapıya ve ıslak yüzeye sahip iken, menopoz döneminde katı ve dar bir yapıya, kuru bir yüzeye sahiptir. Vajenin ön tarafında idrar torbası, arka tarafında ise rektum denilen bağırsağın son kısmı bulunur. Çok doğum yapan ve doğumu zor olan kadınlarda vagina duvarlarının zayıflaması ile önde idrar torbasında sarkma, neticesinde özellikle idrar kaçırma, arka duvarda ise bağırsakta sarkma ve neticesinde kabızlık ve sıkışma hissi ortaya çıkar. Bu durumlar genellikle cerrahi ile düzeltilir.

Rahim veya uterus
     Armut biçiminde düz kas hücrelerinden oluşan ve 6-8 cm boyutunda olup içi endometriyum olarak isimlendirilen bebeğin yerleştiği bir tabaka ile kaplı olan bir organdır.Rahmi yerinde tutan bir kısım bağlar vardır. Gebelik sırasında rahim büyürken bu bağlardaki gerilmelere bağlı doğal kasık ağrıları olmaktadır.8 cm ‘lik bu organ gebelik esnasında incelip büyüyerek tüm karnı dolduracak boyutlara ulaşmakta ve doğumdan sonra hızla küçülerek 40 gün içinde eski halini almaktadır.  Rahmin iç yüzünü kaplayan kadifemsi bir doku olan endometriyum her ay adetin bitmesiyle hormonların etkisiyle kalınlaşmaya başlar ve eğer döllenme olmayıp içine embriyo yerleşmez ise tekrar adet kanaması olarak atılır.
      Uterusun (rahim) en alt kısmına serviks (rahim ağzı) adı verilir. Bu bölüm muayene sırasında vajinaya spekulum adında bir alet konarak göz ile görülen ve smear
testi alınan bölgedir. Kadındaki kanserlerin en sık olduğu bölgelerden olan serviks çok sık enfeksiyonlara maruz kalabilir. Serviksin ortasındaki kanaldan spermler geçerek uterus ve tüplere ulaşırlar ve döllenmeyi sağlarlar.

Tüpler veya tuba uterina
     Rahmin her iki yanından çıkarak yumurtalıklara doğru uzanan 8 - 10 cm uzunluğunda boru şeklinde ince yapılardır.5 bölümden oluşurlar. Ampulla en fonksiyonel kısımdır ve burada tüplerin ucundaki püsküller (fimbriya) tarafından yumurtalıktan atıldıktan sonra yakalanan yumurtanın sperm tarafından döllenmesi gerçekleşir.Döllenmiş olan yumurta daha sonra tüp kanalından rahim içine taşınır. Ampulla dış gebeliklerin en büyük kısmının da oluştuğu bölgedir. Tüplere halk arasında kordon da denir. Anatomik adı fallop tüpleridir.

Overler (yumurtalıklar)
     Erkekteki testisin karşılığı olan overler rahmin her iki tarafında bulunmaktadırlar.İki adet olan bu organların boyutu 3.5 x 2.5 cm ‘dir ve üzerleri düzensizdir. İkisinin içinde ergenlik öncesi döllenmemiş, gelişmeye hazır ortalama 400.000 - 500.000 yumurta vardır. Ergenlik çağının başlaması ile birlikte,hormonların etkisiyle her ay bunlardan bin kadarı döllenmek için yola çıkar, ancak çoğu kez bir tanesi olgunlaşır ve yumurtalık dışına atılır. Atılan bu yumurta tüp tarafından yakalanır. Birden fazla yumurtanın üretilmesi ve döllenmesiyle birbirinden farklı bebekler oluşturmak üzere çoğul gebelikler de oluşabilir. Daha çok ayrı yumurta ikizleri görülür.
Üreme çağına girmiş olan bir kadında ortalama olarak 28-30 günde bir tekrarlanan dönüşüme adet döngüsü veya aybaşı döngüsü adı verilir.  Adet döngüsü veya aylık siklus, son adet tarihinin ilk gününden bir sonraki adet tarihinin ilk gününe kadar geçen zamanı ve bu zaman içinde kadın vücudunda gerçekleşen olayları ifade eder.  Adet görmeyi tanımlamak etmek için halk arasında değişik ifadeler kullanılmaktadır. Bunlar arasında en sık rastlanılanları "adet görmek", "aybaşı olmak", "adet olmak", "regl olmak", "menstruasyon kanaması görmek", "mens olmak", "kanama görmek", "periyod" ve "hastalanmak" ifadeleridir
     Kültürel özelliklere bağlı olarak "kirlenmek" ve ingilizce "regl" kelimesine benzetilerek "renkli olmak" sözü de kullanılmaktadır.  Bir adet döngüsü kadında genellikle 28 gün sürmekle birlikte 21 ile 35 gün arası normalin alt ve üst sınırlarıdır. Adet kanaması ortalama 4 gün devam eder ve 1 ile 7 gün arası normalin alt ve üst sınırları olarak kabul edilir. Adet kanaması esnasında 20 ile 80 mililitre arasında miktarda kan kaybedilir.  "Menses" Latince'de "adet kanaması" anlamına gelmekle beraber yine bu dilde aynı zamanda "ay" anlamına gelen "mensis" kelimesinin çoğuludur yani "aylar" anlamına da gelmektedir.
     Ay ile adet döngüsü ve kanaması arasındaki en önemli benzerlik dünyanın uydusu olan Ay'ın da aynen adet döngüsü gibi kendine özgü bir döngüsü olmasıdır. Bu döngünün başından sonuna doğru ay dünyamızda farklı şekillerde görünür. Ay'ın bir döngüsü 29.5 gün sürer ve bu döngüde bir şaşma olmaz

İlk "Adet Kanaması"
     Çocukluk çağından ergenlik çağına geçiş döneminde, ortalama olarak 12.5 yaşında kız çocuğu ilk adet kanamasını görür. Bu "ilk kanama" henüz yumurtlama süreci devreye girmediğinden, gerçek ve düzenli aralıklarla oluşan bir adet kanaması olmaktan uzaktır. Kız çocuğunun hormon salgı mekanizmaları ve genital organları olgunlaştığında yumurtlama süreci de başlar ve oluşan adet kanamaları, adet döngüsünün bir parçası olarak düzenli hale gelir

Adet kanamasının işlevi nedir?
     Adet döngüsü esnasında beyinde, yumurtalıklarda ve rahim iç tabakasında farklı olaylar meydana gelir. Beyinden salgılanan hormonların yumurtalıklardan birini uyarmasıyla başlayan süreç, uyarılan yumurtalıktan döllenmeye hazır bir yumurta hücresinin serbestleşmesine neden olur, bu esnada rahim iç tabakası da kendini muhtemel bir gebeliğe hazırlar. Döllenme gerçekleşmediğinde serbestleşen yumurta hücresinin ömrü biter ve gebelik için hazırlanmış rahim iç tabakasının adet kanamasıyla dışarı atılmasını takiben yeni bir adet döngüsü başlar.
Adet kanamasının amacı her adet döngüsünde oluşabilecek muhtemel bir gebeliğin yerleşebilmesi ve uygun şartlarda gelişebilmesi için rahim iç tabakasının "tazelenmesi" olarak değerlendirilebilir.

ADET DÜZENSİZLİKLERİ

     Adet düzensizliği deyimini kullanırken öncelikle normal adet kanamasını ve bunun oluşması için gerekli koşulları tanımlamak gerekir. Normal bir adet kanaması için gerekli fizyolojik şartlar şöyle özetlenebilir :

• Beyinden sağlıklı bir şekilde yumurtalıklara uyarım gelmesi,
• Bu uyarımın yumurtalıkları etkileyerek yumurtalıklardan kadınlık hormonu olan estrojen salımını ve yumurtlamayı sağlaması ve ardından ikinci önemli hormon olan progesteron hormonunu salgılaması
• Adet kanaması için normal bir rahim ve genital sistem,
• Psikolojik olarak sağlıklı olma

     Fizyolojik koşulların herhangi bir nedenle etkilenmesi sonucu ortaya çıkan kanamalara düzensiz kanamalar adı verilir.

     Genellikle 21-35 gün arasında düzenli olarak gerçekleşen ve 3-7 gün süren kanamalar normal sınırlarda kabul edilebilir. Ortalama kan kaybı ise bir adet döneminde 35-40 ml civarındadır. Bu da genellikle günde 3-5 pet olarak ifade edilebilir. Genellikle 80 ml’nin üzerindeki kanamalar anormal olarak değerlendirilir. Ancak miktar olarak kanamanın normal olup olmadığını tespit etmek aslında kolay değildir. Kan kaybını değerlendirirken titizlik nedeniyle kişiden kişiye yorum farklılıkları objektif olmayı engellemektedir.

 İlk adet ve ergenlik döneminde adet düzensizlikleri    
     İlk adet kanaması kız çocuklarında ortalama 12-13 yaşında görülür. İlk adetin görülmesiyle birlikte genç kızlığa adım atılır. Ancak hormonal sistemin olgunlaşması bir-iki yıl gibi bir sürede tamamlandığından adetlerin bir kısmı ovulasyon (yumurtlama) olmadan gerçekleşir. Bu yüzden ergenlik döneminde adet gecikmelerine ve/veya adetlerin normalden uzun sürmesine sık rastlanır.   Bazen bu dönemlerde düzensiz ve uzun süren kanamalar ilaçlarla tedaviyi gerektirecek kadar şiddetli de olabilir.

     İlk adetin 9 yaşından önce görülmesi durumunda hormonal bir bozukluk söz konusu olabileceği gibi, 16 yaşına kadar adetin görülmemesi durumunda hormonal bir bozukluk veya yapısal bazı kusurlar da (kızlık zarının tam kapalı olması ve kanın akmasına izin vermemesi, genital organların olmaması gibi) söz konusu olabilir. Dolayısıyla böyle bir durumda mutlaka detaylı bir jinekolojik değerlendirme gerekir.

Doğurganlık dönemindeki düzensizlikler   
     Ergenlik döneminin belli bir aşamasından itibaren yumurtlama düzenli hale gelir ve adetler de düzene girer. Bu dönem kadının gebe kalabileceği dönemdir ve menopoza kadar devam eder. Aslında tedaviyi gerektiren ve kadınları jinekoloğa götüren düzensizlikler esas olarak bu dönemde gözlenir.

Adet düzensizlikleri; gecikmeler, ara kanamalar, adetin fazla olması ve uzun sürmesi ya da az olması ve kısa sürmesi şeklinde olabilir.
     Spiral taşıyan kadınlarda kanama düzensizliği spiral takılmasından sonra ortaya çıkmış ise bazı hekimler için ilk yaklaşım RIA’yı çıkarmak olabilir ancak genellikle ilk aylardan sonra kanamalar düzene girdiğinden başka korunma alternatifleri de cazip görünmüyor ise spiralin çıkarılması konusunda çok da aceleci olmamak gerekir. Bazı haplarla tedavi etmek bu dönemin atlatılmasını sağlayacaktır.

     Bu dönemde en sık karşılaşılan ve genellikle seyrek adet görme ile kendini gösteren önemli bir problem Polikistik yumurtalık (Polikistik Over) dediğimiz problemdir. Bu hastalıkta yumurta gelişiminin başladığı dönmede herhangi bir nedenle yavaşlaması veya duraklaması durumunda yumurta gelişip çatlayacağı yerde bir kist oluşur ve çatlamadan kalır. Bu durum her ay tekrarlar ve yumurtalıklardaki kist sayısı da artar. Bu tabloya erkeklik hormonu fazlalığına bağlı tüylenme, yüzde sivilcelenme, ayrıca kilo fazlalığı da sıklıkla eşlik edebilir.
     Ultrasonografi ile muayenede tipik bir yumurtalık görüntüsüne rastlanır. Elbette bu bayanların gebe kalmalarında da sıkıntılar yaşanır, ve sıklıkla tedavi gerekir.
     Bir özel kanama şekli de yumurtlama kanaması (siklus ortası kanama) dır. İki adetin ortasında yumurtlamayı takiben estrojende azalma sonucunda oluşan lekelenme tarzı kanamalardır. Nadiren adet kanaması kadar fazla da olabilir. Pek önemli bir problem değildir ve gerekirse o döneme özgü 1-2 günlük hormon desteği alınabilir.
Adet öncesi lekelenme tarzında kanamalar genellikle hormonal bir yetmezliğin göstergesi olduklarından adet öncesi dönemde başlayan ve 1 hafta veya 10 gün süren ilaç alımı gerektirebilirler. 
                               
 Adet Gecikmeleri    
      Aslında aktif cinsel yaşamı olan her kadında adet gecikmesiyle karşılaşıldığında öncelikle düşünülmesi gereken konu gebelik olup olmadığıdır.
İkinci olası neden de herhangi bir sebeple o dönemde yumurtlama olmaması ve buna bağlı kanamanın gecikmesidir. Yumurtlama olmadığında ise çatlaması gereken ve yumurta hücresini içeren su keseciği büyümeye ve hormon salgılamaya devam edeceğinden hem adet gecikir hem de muayenede sağ veya sol yumurtalıkta kist adını verdiğimiz içi sıvı dolu yapılar oluşur.
     Uzun süren adet gecikmesini takiben ise rahim içersindeki doku kalınlaşmış olduğundan gelecek olan adet de uzun sürecek ve fazla olacaktır. Bu konuda hekimin hastasını uyarmasında fayda vardır. Düzenli adet gören bir kadında beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan gecikmenin nedeni ise genellikle psikolojik etkilenmeler olabilir.
     Gebelik durumunun söz konusu olmadığı, adetleri etkileyecek herhangi bir stress yaşanmadığı durumlarda adet gecikmesinin nedenlerinin araştırılması gerekir. Bu amaçla kişinin mutlaka bir Jinekoloğa başvurması ve muayene olarak bazı hormon tahlillerini de yaptırması gerekecektir. Adet gecikmesine sebep olması muhtemel olaylar genellikle süt hormonu ve tiroid hormon bozukluklarıdır. 
               
Adet kanamasının fazla olması ve uzun sürmesi      
      Adet kanamasının fazlalaşması sıklıkla tedavi gerektiren bir durumun varlığına işaret eder. Adet kanamasının fazlalaşması kadını da kansız bırakacak ve genel sağlığını bozacaktır. Böyle durumlarda altta yatan sebebin ortaya konması açısından bir jinekoloğun muayenesi şarttır.
     Altta yatan sebepler ise sıklıkla myom dediğimiz iyi huylu urlar, hiperplazi dediğimiz rahim iç tabakasının aşırı kalınlaşması, endometrit dediğimiz rahim iç tabakasında iltahaplanma veya polip adı verilen et parçaları gibi sebeplere bağlı olabilir. Bunların hepsinin hekim tarafından tedavisi şarttır.
                                          Ara kanamalar    
     Doğurganlık döneminde sık görülen diğer bir adet düzensizliği de beklenmeyen ara kanamalardır. En muhtemel neden yine psikolojik etkiler olabilmekle birlikte öncelikle daha ciddi bir sebebin bulunup bulunmadığının mutlaka araştırılması gerekir. Hormonal dengesizlikler, rahim ağzındaki iltahaplar, myomlar (rahimdeki iyi huylu urlar) ve rahim ağzında bulunan polip denen et parçaları sebep olabilir. Ayrıca spiral kullanımı, doğum kontrol hapı kullanımının ilk ayları, menopozda hormon tedavisi alımı, aylık veya üç aylık iğneler ve kola cilt altına uygulanan gebeliği önleyici çubuklar da lekelenme tarzında ara kanamalara neden olabilirler.
     Özellikle ilişki sonrası kanamalarda rahim ağzındaki problemlerin, yaraların sorumlu olduğu sık görülmektedir. Burada en önemli yaklaşım, rahim ağzında görülen yaranın kanser veya kanser öncesi gelişen görüntülerle ilişkili olup olmadığının ortaya konmasıdır. Bu da rahim ağzından alınan smear adı verilen tarama yöntemi ile mümkündür. Smear (rahim ağzından sürüntü alma) ile kanser öncesi anormallikler dışlandıktan sonra kanama ya da rahatsız edici bir akıntı şikayeti varsa yakma ya da dondurma yöntemleriyle bu yaranın tedavisi gerekir.
     Yine unutulmamalıdır ki; menopoza girmek üzere olan kadınlarda da adet düzensizlikleri çok sık yaşanır bunlar genellikle beklenmeyen ara kanamaları yerine adet aralarının sıklaşması veya sonraki dönemlerde de araların açılması şeklinde görülmektedir. 
                              
 Menopoz sonrası Kanamalar    
     Bu dönemde hiçbir kanama normal değildir ve bu dönemdeki kanamaların genellikle hücre zayıflığından kaynaklanmalarına karşın, % 10-15’inin de kanser sebepli olabileceği akıldan çıkartılmamalı ve mutlaka en detaylı bir şekilde araştırılmalıdır. Rahim içersinden örnekleme mutlaka yapılmalı, rahim ağzı iyi değerlendirilmeli, ilaç alımı sorgulanmalıdır.

Beklenmeyen bir ara kanaması olan her kadının oyalanmadan mutlaka jinekoloğuna görünmesi ve altta yatan ciddi bir sebep olup olmadığını inceletmesi gereklidir.

SANCILI ADET GÖRME (DİSMENORE)
Kadınların yarısından fazlasında adet döneminde az ya da çok ağrı olur. Ancak yaklaşık %10 kadarında ise adet dönemindeki sancı çok şiddetli olur ve kadının 1-3 gün boyunca kendini iş göremeyecek kadar kötü hissetmesine ve hatta yatağa bağlanmasına neden olur.  Adet ağrısı, kramp tarzında, bele ve kasıklara, bazen bacaklara vurabilen şiddetli bir ağrıdır. Ayrıca bazı kadınlarda adet ağrısına bulantı, kusma, sinirlilik, kabızlık, sık idrara çıkma gibi şikayetler de eklenebilmektedir.  Tıp dilinde ağrılı adet görmeye Dismenore adı verilir.
Dismenore
ya da Sancılı adet görme aslında normal adet görme mekanizmasının bir parçası olan rahim kasılmalarının kadın tarafından aşırı ağrı şeklinde hissedilmesidir. Buna tıpta birincil (primer) dismenore adı verilir.   Adet kanamasının çok aşırı olmaması ve kan kaybının kısıtlanması için adet döneminde rahim bir miktar kasılır. Ancak bazı kadınlarda bu kasılmaların şiddeti gerçekten de fazladır.   Kasılmaları sağlayan maddeler prostaglandin adı verilen ve rahimde bölgesel olarak salgılanan maddelerdir. Ağrıya yol açan olayın ise bu prostaglandinlerin ya aşırı miktarda salgılanması ya da kadında bu maddelere karşı ağrı şeklinde bir aşırı duyarlılık cevabı oluşması olduğu düşünülmektedir.

Tedavide de, bu maddelerin oluşumunu engelleyen ağrı kesiciler kullanılır. Adet sancıları ağrı kesicilerle kontrol altına alınabiliyorsa ve başka bir jinekolojik belirti yoksa jinekolojik muayene çok gerekli degildir. Ancak adet sancıları çok şiddetli ve genel iyilik halini etkilemeye başlamışsa, sıradan ağrı kesicilerle kontrol altına alınamıyorsa ve/veya iş gücü kaybına neden oluyorsa mutlaka jinekolojik değerlendirme yapılmalı gereken tedavi uygulanmalıdır.   Jinekolojik muayenenin amacı, adet sancısının, farklı ve önemli bir nedenle ortaya çıkıp çıkmadığını saptamaktır. Burada da genellikle doğurganlık çağındaki kadınlarda görülen ikincil (sekonder dismenore) adet ağrısı denilen sebepler söz konusudur.
Bu nedenler:Endometriozis (Rahmin en iç tabakasının rahmin dış tabalarında veya rahim dışı bir bölgede de bulunması)
Rahim ağzında darlık
Rahim tümörleri
Rahmin farklı pozisyonlarda olması(özellikle arkaya doğru belirgin olarak dönük olması)
Rahim ve komşu organların iltihabi hastalıkları
Psikolojik sebeplerdir.

Adet sancısı ile yumurtlama arasında yakın bir bilişki vardır. Ağrı kesicilere cevap vermeyen durumlarda doğum kontrol hapları ile yumurtlamanın ortadan kaldırılması, adet sancısını da sorun olmaktan çıkarabilir.  Bu tedaviden de fayda görmeyen kadınlarda ileri inceleme gerekir. Bu amaçla laparoskopi adı verilen yöntemle karın boşluğu incelenir. Bu incelemede genellikle endometriozis saptanır ve tedavisi daha farklıdır.   Bazen geçirilmiş iltahaplar veya operasyonlara bağlı yapışıklıklar da ağrı sebebi olabilirler. Bu gibi durumlar saptanırsa laparoskopi anında gerekli tedavi cerrah tarafından uygulanır.

Olayın psikolojik yanından şüphelenildiği durumlarda ise doktor önerisine göre psikiyatri konsultasyonu da gerekebilir.   Sonuç olarak özellikle daha önce olmadığı halde sonradan ortaya çıkan ve zaman içersinde de artış gösteren adet sancılarında Jinekolog muayenesi gerekir.

ADET ÖNCESİ GERGİNLİK SENDROMU (PMS)

Kadınların adet dönemlerinden 7 ila 10 gün öncesinden başlayarak tekrarlayıcı şekilde her ay hissedilen ve yaşamı zorlaştıran bir takım bedensel ve psikolojik bulgulara tıp dilinde premenstrüel sendrom (PMS) yani adet öncesi gerginlik sendromu adı verilir.   Kadınların önemli bir bölümü az ya da çok bu şikayetleri yaşarken belli bir grup kadın için ise bu şikayetler her ay tam bir kabus halini alabilmektedir.   PMS’nin 150’yi aşkın bulgusu olduğu söylenmekteyse de bunlardan en sık görülenleri; uykusuzluk, sinirlilik, kaygı hali, depresyon, sosyal izolasyon isteği gibi psikolojik belirtilerle vücutta su toplanması, el ve ayaklarda yüzde şişkinlik, göğüste duyarlılık, tatlı yeme isteği, eklem ağrıları, baş ağrıları, mide bulantısı, tatlı yeme isteği vs. gibi fiziksel belirtiler olarak sıralanabilir.
 Adet öncesi gerilim sendromu organik ya da psikolojik ağırlıklı olabilir ve kültürel farklılıklardan da etkilenebilir. Araştırmalar değişik kültürlerden gelen kadınlarda farklı şikayetlerin ortaya çıkabildiğini göstermektedir. Örneğin doğulu kadınlarda sıklıkla rastlanılan sorun baş ağrısı iken gelişmiş batı toplumlarında depresyon daha sık olarak gözlenmektedir

Fiziksel belirtiler:  PMS tanısı alan kadınların pek çoğunda göğüslerde hassasiyet ve hafif geçici kilo artışı saptanır. Bunun dışında sindirim sitemi bozuklukları, baş ağrısı, döküntüler, kas ve eklem ağrıları, halsizlik, çarpıntı, denge bozuklukları, sıcak basmaları, ses ve kokulara aşırı hassasiyet, kaygı hali ve uykusuzluk olarak sayılabilir.

Duygusal belirtiler:  Duygusal dalgalanmalar da PMS’de sıklıkla görülür. Depresyondan endişeye ve aşırı sinirliliğe kadar pek çok değişik psikolojik durum söz konusu olabilir.
Bazı kadınlarda konsantrasyon bozukluğu ve hatta hafif düzeyde hafıza kaybı bile görülebilir. Uykusuzluk ya da aşırı uyku hali, kişilik değişiklikleri, anksiyete (nedensiz kaygı hali), konsantre olamama, ağlama isteği ve sosyal izolasyon en dikkat çeken belirtilerdir.

Adet Öncesi Gerilimin Nedenleri:  PMS nedenleri aslında tam olarak bilinmemektedir. Bu konuyu açıklamaya yönelik bazı teoriler mevcuttur. Öncelikle suçlananlar dengesiz salınan hormonlardır. Yumurtlamayı baskılayan bazı ilaçların verilmesi ile PMS belirtilerinde gerileme olması bu teoriyi desteklemektedir. Ancak yine de mekanizma tam olarak bilinmemektedir. Ayrıca hormonlarla birlikte GABA ve Serotonin adı verilen ve beyinde sinir iletiminde rolü olan bazı maddelerin dengesizliği de söz konusu olabilir.
Bazı araştırmacılar ise kalsiyum ve magnezyum dengesindeki bozukluğun PMS tablosuna yol açtığına inanmaktadırlar. Bu iki mineralin vücuttaki dağılım dengesizliği sinir hücreleri arasındaki iletişimi etkileyerek tabloya neden olabilir denmektedir. Ayrıca B1, B6 gibi bazı vitamin eksiklikleri, glukoz (şeker) metabolizmasındaki değişiklikler de suçlanmaktadır.

Kimlerde daha sık görülür?  PMS tüm dünyada ve tüm kültürlerde rastlanılan bir durumdur.  Yaş arttıkça şikayetlerin şiddeti azalmakta ancak çocuk sayısı ile birlikte şiddet artmaktadır.  Genelde buluğ çağında sık görülmeyen bu sendromun yaş ilerledikçe daha belirginleştiği ve 30’lu yaşlarda en üst noktaya ulaştığı söylenmektedir.
Bazı çalışmalar göstermektedir ki, anneleri PMS olan adolesanlarda PMS daha sık olarak görülmektedir.  PMS bazı hastalıkların şiddetini de arttırabilir. Örneğin migreni olan kadınlarda atakların büyük bir kısmı adet öncesi dönemde görülebilmektedir. Astım atakları da yine bu dönemde daha sık görülür ve pek çok kronik hastalık da alevlenmeler görülebilir.  Bu dönemde kişinin çevresi ile olan uyumu bozulur işte veya evde ilişkide bulunduğu kişiler ve çocukları ile arası bozulabilir.  Yeme bozukluklarına da rastlanabilir.
Suç işlemeye eğilimin de arttığı adli raporlarla kanıtlanmıştır.  Hatta bir ülkede PMS döneminde suç işlediğinin kanıtlanmasıyla cezai indirim yapıldığı da bilinmektedir.

Tanı:  PMS tanısı koymak için 3 önemli kriter aranmalıdır. Öncelikle şikayetlerin adet öncesi dönemde görülüp en geç adet bittikten sonra kaybolmasıdır. Ayrıca bu bulguların önemli bir bölümünün en az 3 ay boyunca tekrarlayıcı karekterde olması ve kişinin bireysel ve sosyal yaşantısını etkilemesi gerekir.    Daha önce de belirttiğim gibi bu şikayetlerin önemli bir bölümü pek çok kadında hafif düzeyde görülebilmekteyse de önemli olan kişinin yaşantısını sosyal ilişkilerini etkilemesi ve tedavi gereksinimi doğurmasıdır. Tanının kolaylaştırılabilmesi için bu şikayetlerin fiziksel ve ruhsal olarak ayrılarak kaydının tutulması ve doktorla paylaşılması da faydalıdır.

Tedavi :  PMS nedeni tam olarak bilinmediği için aslında tedavisi de kesin değildir. Bu konuda çok değişik tedavi yaklaşımları mevcuttur.
1. Yaşam Tarzı DeğişiklikleriDiet
Azar azar ve sık sık yemek yemenin şikayetleri azalttığı yönünde raporlar vardır.  Adet öncesi dönemde taze meyve ve sebze tüketilmesi, kırmızı et ve donmuş yağlardan uzak durulması, içinde katkı maddesi içeren besinlerin tüketilmemesi yararlı olabilmektedir.
Aynı şekilde kafein tüketiminin azaltılması önerilmektedir.Atıştırma isteğine karşı koymak, beslenmede kompleks karbonhidratların yer alması (makarna, pilav, patates, fasulye v.s), tuzlu yiyeceklerin tüketimini azaltmak, magnezyum içeren besin kaynaklarına yönelmek (havuç, yer fıstığı, ıspanak v.s), B6 değeri yüksek besin maddelerinin seçilmesi (yumurta, muz, kavun, yeşil sebzeler) önerilmektedir.
Alkolün hormonal dengeyi bozduğu için bu dönemlerde sınırlı veya hiç kullanılmaması, ayrıca vücudun hormonal dengesini düzenli tutmada önem taşıdığı için bir tür spor veya  egzersiz yapılması yapılması, stres kontrolü ile ilgili bir takım tekniklere baş vurulması (meditasyon / gevşeme gibi) önerilecek yaşam tarzı değişikliklerindendir.
2. İlaç KullanımıTedavi seçenekleri arasında seratonin metabolizması ile ilgili ilaçlar, değişik hormon ilaçları, duygusal belirtileri ön planda olanlar için antidepresan ve anksiyete gidericiler gibi psikiyatrik ilaçlar, vücutta su toplama şikayetleri belirgin olanlar için idrar söktürücüler sayılabilir. Ancak bunların kullanımı mutlaka doktor kontrolünde olmalıdır.
Bu ilaçların arasında günümüzde en etkili olduğu bildirilenler serotonin metabolizması ile ilgili olanlardır.
3. Diğer tedavi yaklaşımları arasında ise psikoterapi ve akupunktur bulunur.
Prolaktin yüksekliği nasıl tedavi edilir?
Hiperprolaktinemi
ilaç tedavisine iyi yanıt verebilmektedir.
Tedavide ilaç kullanımı en geçerli ve sağlıklı yöntemdir, prolaktin hormonu üretimini ve kana salınımını denetleyen hormona yönelik ilaçlar kullanılır ve hastaların çoğunda ilaç tedavisi ile sorun ortadan kalkar.
Ancak ilaç tedavisi yan etkilerden dolayı kolay bir tedavi değildir.
Bazı hastalarda baş dönmesi,bulantı ve halsizlik,tansiyon düşüklüğü gibi problemler yaratabilir, bunlar zaman içerisinde azalır ve tedavi bittiğinde de kaybolurlar.
Öncelikle Prolaktin düzeyini yükselten neden bulunmaya çalışılmalı ve bu neden tedavi edilmelidir.
Şikayet gebe kalamama olduğunda ve kişide prolaktin yüksekliği saptanmışsa genelde prolaktin seviyesini düşüren ilaçlar ve bazen beraberinde yumurtlamayı sağlayıcı ilaçlar kullanılır.
Sorun göğüslerden süt gelmesi olduğunda ise prolaktin seviyesini düşüren ilaçlardan faydalanılır.
Şikayet adet düzensizliği olduğunda yine prolaktin seviyesini düşüren ilaçlardan faydalanılabilir ancak çocuk isteği olmayan bir kadında sadece belirtiyi ortadan kaldıran, yani adet kanamalarını düzene sokan doğum kontrol hapı gibi ilaçlardan da faydalanılabilir.
Hipofiz Adenomunun TedavisiGörüntüleme yöntemleriyle kişide hipofiz adenomu adı verilen iyi huylu tümörler saptandığında öncelikle bunun bası belirtileri yaratıp yaratmadığı araştırılır.
Adenomlar iyi huylu tümörlerdir ve oldukça da sık gözlenirler, kanserleşme eğilimi göstermezler ve genellikle yavaş büyürler. Yapılan otopsilerde 70 yaşında olup şikayeti olmadığı bilinen kadınlarda bile % 5 oranında hipofiz adenomuna rastlanabilmektedir.
Hipofiz adenomlarının çapları bir santimetreden küçük olanlara mikroadenom, büyük olanlara makroadenom adı verilmekle beraber önemli olan adenomun boyutu değil çevre dokulara baskı yapıp yapmadığı, büyüme ve hormon salgılama hızıdır.
Hipofiz adenomunun çevreye yaptığı baskının derecesi genellikle görüntüleme yönteminde net olarak izlenmekle beraber görme sinirine bası varlığını araştırmak amacıyla görme alanı muayenesine de başvurulur.
Adenomların büyük kısmı prolaktini düşürücü ilaçlarla tedavi edilebilir. Böylelikle operasyonlara oldukça az başvurulmaktadır. Özellikle şiddetli belirtilere neden olan (şiddetli baş ağrısı, görme alanının çok daralmış olması) veya hızlı büyüme eğilimi gösteren adenomlarda ameliyat gerekebilir.

Günümüzdeki görüş; eğer kadının hiçbir şikayeti yok ve tesadüfen hiperprolaktinemi saptanmışsa bunun önemli olmadığıdır. Bugün artık bilinmektedir ki prolaktinin değişik molekül çeşitleri vardır ve klinik olarak şikayete yol açmayan prolaktin yükseklikleri çok büyük oranda aktif olmayan moleküllere bağlıdır ve tedavi edilmesi gerekli değildir.


 
PROLAKTİN YÜKSELMESİ (HİPERPROLAKTİNEMİ)

     Süt Hormonu Yükselmesi (Hiperprolaktinemi) Prolaktin vücutta süt üretimini sağlayan hormondur. Kadın gebe kaldığında yükselen hormonlar prolaktini uyararak memelerden süt üretimini gerçekleştirirler. Bazı kadınlarda kolostrum adı verilen erken süt memelerden henüz gebelik döneminde doğum olmadan da salgılanabilir ve bunun normal olduğu düşünülmektedir.    Prolaktin hormonu, gebelik olmadan da belirli düzeylerde kadın üreme organlarının gelişimi ve fonksiyonu için gereklidir. Bu hormon beynimizin alt kısmındaki hipofiz denilen organdaki bazı hücrelerce üretilir ve kana salınır.  Yine beynimizin hipotalamus denilen kısmından salgılanan Dopamin adı verilen bir başka maddenin salınımıyla kontrol altında tutulur.Prolaktin hormonu;-Gebelikte,
-Hipofiz dokusunun adenom denilen tümörlerinde,
-Tiroid hormon bozukluklarında,
-Östrojen hormonunun yükselmelerinde,
-Dopamin denilen hormonun salgısının azalması durumunda (tümörler, bazı ilaçlar ve hipofiz bezinin harabiyeti gibi )
-Bazı psikiyatrik veya hipertansiyon ilaçlarının kullanımında,
-Aşırı göğüs (meme ucu) uyarımın da,

Yükselebilir, ancak bazen de hiçbir sebep ortaya konulamaz.  Prolaktin hormonunun yükselmesine Hiperprolaktinemi adı verilir.
Prolaktin hormonu yükselince (hiperprolaktinemi durumunda) vücutta ne olur ?-Adet düzensizlikleri (az adet olma, seyrek adet olma, adet olamama)
-Meme ucu akıntısı (gebelik dışında süt gelmesi = galaktore).
-Yumurtlamanın bozulmasına bağlı olarak gebe kalamama (kısırlık) görülebilir
Prolaktin yüksekliğinin tanısı kandaki prolaktin düzeyinin ölçülmesi ile konur.Ancak bu ölçüm yapılırken bazı noktalara dikkat edilmelidir:
-Sabah saat 10:00-11:00 arasında bakılmalı,
-Testin sabahı cinsel ilişkide bulunmamalı,
-Test öncesi birkaç gün meme uyarımından kaçınılmalı, (dar sütyen giyilmemeli,göğüsler yıkamak için dahi ovulmamalıdır),
-Mümkünse aç olunmalı.
-Kullanılan ilaçların özellikle psikiyatrik ilaçların kesilmesi gerekir.
-Kan örneği alınmadan önce stresten uzak olmak önemlidir,mümkünse 10-15 dakika kadar sakin bir yerde dinlendirilip kan örneği almakta fayda vardır.

Adet düzensizliği, gebe kalamama, göğüslerden emzirme dönemi dışında süt gelmesi şikayetlerinden herhangi biri veya birkaçı ile başvuran bayanlardan kanda prolaktin hormon düzeyi ölçülmesi istenir.   Hiperprolaktinemi tanısı alan bir kadında hormon düzeyi belli bir seviyenin üzerinde (genellikle normali 5-25 ngr/ml'dir) bulunduğunda genellikle hipotalamus ve hipofizi görüntüleyen bir yöntemle bu bölgeler incelenir.   Bu incelemenin amacı kadında hipofiz adenomu denilen ve hiperprolaktineminin en sık sebebi olan iyi huylu hipofiz tümörü bulunup bulunmadığının ortaya konması ve bölgede hiperprolaktinemi sorununa neden olabilecek diğer ender durumların araştırılmasıdır.   Görüntüleme yöntemi olarak basit bir sella tursika ("cella turcica") (kafa içinde hipofizin bulunduğu anatomik bölge) röntgeni istenebileceği gibi, adenom şüphesinin yüksek olduğu durumlarda daha hassas, ancak maliyeti daha yüksek olan BT (bilgisayarlı tomografi) veya MR (manyetik rezonans) incelemeleri gerekebilir.
Prolaktin yüksekliği kısırlığa yol açar mı mı?Kısırlık sebeplerinden birisi de prolaktin hormonun aşırı yüksekliğidir. Ancak her prolaktin yüksekliği olanda kısırlık görülmeyebilir. Prolaktin hormonu yükseldikçe kadının yumurtlama fonksiyonunda bozulmalar gözlenmektedir. Bu bozulma prolaktin hormonunun yüksekliğiyle doğru orantılıdır. Yani prolaktin hormonu ne kadar yüksekse yumurtlama fonksiyonları da o kadar bozulacaktır ve sonunda hiç adet görememe, adetten kesilme tablosu bile oluşabilir.  Kan prolaktini yüksek olan kadınlarda adet düzensizliği sıklıkla saptanırken, beraberinde göğüslerden süt gelmesi yakınması olabilir veya olmayabilir. Gebelik döneminde olmayan bir kadının meme dokusunun kan prolaktin yüksekliğine süt üretimiyle cevap vermesi her zaman mümkün değildir.  Buna karşılık göğüslerinden süt gelme şikayeti olan kadınlarda bazen prolaktin hormonu ölçümleri normal de bulunabilmektedir. Bunun muhtemel nedeni günümüz klasik laboratuar yöntemleriyle ölçülmeyen ancak güçlü süt yapıcı özellikleri olan bazı prolaktin hormonu alt çeşitlerinin varlığıdır.

İDRAR KAÇIRMA

     İdrar kaçırmaya tıpta inkontinans denmektedir. Temelde bu problem kadınların bir hastalığıdır.  Özellikle gündüz ve uyanıkken istem dışında idrar kaçırma bu başlık altında değerlendirilmektedir.  İdrar kaçırma demek için belli bir miktar ölçümü yoktur; çünkü hijyenik pet kullanmak zorunda olmasına rağmen yakınmayan kadınların yanında, damlama şeklinde ve seyrek idrar kaçırmalarını bile büyük bir sorun olarak gören kadınlar da vardır. Böylece idrar kaçırmanın hastalık boyutu kadının sosyo-kültürel durumuna sıkı sıkıya bağlıdır. Kırsal kesimde sorun yaşlanmaya bağlı doğal bir problem gibi görülerek doktora başvurulmazken, kentlerde ve özellikle çalışan kadınlarda idrar kaçırma depresyon ve sosyal ilişkilerde kısıtlanmaya (idrar kokusu, ıslaklık hissi yüzünden) yol açarak daha erken dönemlerde tedavi için doktora başvurmaya neden olmaktadır.

     Sonuçta kişinin sosyal yaşantısını etkileyecek olan her idrar kaçırma bir hastalıktır ve tedavi edilmelidir.  Bu problem genel inanışın aksine sadece yaşlanma ile ortaya çıkan bir durum değildir. Özellikle menopoz sonrası dönemde olan ve fazla sayıda ve zor doğum yapmış kadınlarda görülen bu durum bazen daha erken yaşlarda da ortaya çıkabilmektedir. 35 yaşın üzerindeki her beş kadından biri az ya da çok zaman zaman olan idrar kaçırma problemi ile karşı karşıyadır. 65 yaşından sonra ise neredeyse her 3 kadından birinde bu problem vardır.

    Yapılan araştırmalarda kadınların % 25’inin hayatlarının herhangi bir döneminde idrar kaçırdığı hesaplanmıştır. Ancak doktora başvuran kadınların sayısı bu rakamların çok altındadır. İdrar kaçırma şikayeti kadın tarafından saklanan ve genellikle utanılacak bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir araştırmada idrar kaçırması olan kadınların % 70’i doktora başka nedenlerle başvurduğunda yapılan muayene ve öykü alma sonucu idrar kaçırmanın varlığının tespit edildiği görülmüştür. Yapılan bir başka araştırmada ise kadınların doktora başvurana kadar bu şikayetle ortalama 9 yıl geçirdikleri tespit edilmiştir. İnsan ömrünün uzaması ile bu sorun daha da büyümektedir.

İdrar Kaçırma Hangi Durumlarda Görülmektedir?
     İdrar kaçırma; öksürme, hapşırma veya gülme gibi karın içi basıncın arttığı durumlarda ortaya çıkabileceği gibi, daha az eforla da (yürümek, yataktan kalkmak gibi) meydana gelebilir. Bu tip idrar kaçırmaya zorlanma tipi idrar kaçırma-inkontinans adı verilmektedir.
Bazı hastalarda kaçırma, kişinin ani olarak idrara çıkma ve sıkışma hissi ile beraberdir. Bu tip idrar kaçırmaya ise sıkışma tipi inkontinans denir. Bunun sebebi ise genellikle belli değildir.Bu hastalar alışverişe çıkmaya korkarlar, misafir ziyaretine gitmeye çekinirler; çünkü bu durumun aniden ortaya çıkacağını ve tuvalete yetişemeyeceklerini düşünürler. Bazı kişilerde idrar kaçırma yukarıda anlatılan iki tip kaçırmanın da birlikte görüldüğü tiptedir. Bu tip idrar kaçırmaya da karışık tip inkontinans denir.
    Zorlanma ile idrar kaçırma genellikle vaginal yoldan doğum yapmış kadınlarda görülür. Kasık adalelerinin veya sinirlerinin doğum sırasında zedelenmesi sonucu mesane boynu öksürme, hapşırma, gülme, merdiven çıkma, yük taşıma, cinsel ilişki sırasında yer değiştirerek veya kapanamayarak karın içinde artan basınçla hasta idrar kaçırır.

Tedavisi ise genellikle cerrahidir.
    Fizik tedavi yöntemleri (kasık adalelerinin güçlendirilmesi, elektrikle uyarma (stimulasyon), menapozdaki kadınlarda hormon tedavisi de uygulanabilir.

Sıkışma tipi idrar kaçırma ise genellikle daha ileri yaşlarda görülmesine rağmen, mesanenin tahriş olduğu durumlarda da (iltihap, taş, tümör vb) ortaya çıkabilir. Bu hastalarda küçükken gece yatağa işeme, gece uykudan uyanarak idrar yapma (normalde 2 kez olabilir), gündüz çok idrara çıkma (normalde 6 kez) daha sıktır. Su sesi ile idrar hissi veya sıkışma olabilir. Genellikle fiziksel aktivite (gülme, konuşma, hapşırma, öksürme, yük kaldırma, cinsel aktivite gibi) ile de tetiği çekilebilen ansızın idrar yapma hissi duyarak tuvalete koşan hasta, tuvalet kapısında idrarını tutamayıp kaçırır. Genelde bu durumun sebebi bulunamaz. Mesane eğitimi, işeme alışkanlığının düzeltilmesi, elektrikle uyarma ve ilaç tedavisi gibi tedaviler uygulanır.

Karışık Tip İdrar Kaçırma:
Yukarıda bahsedilen her iki durum aynı hastada birlikte vardır. Dolayısıyla her iki tedavi seçeneği de uygulanabilir. Önce ameliyat, sonra fizik tedavi, ilaç veya elektrikle uyarma veya önce fizik tedavi veya ilaç olmaz ve başarılı olunamazsa ise sonra ameliyat denenebilir. Ayrıca, Alzheimer hastalığı, Multiple Skleroz (MS), felçli hastalar, şeker hastalığı gibi daha ciddi hastalıkların bir sonucu olarak da idrar kaçırma problemleri olabilir, bunların tedavileri ise ayrı bir konudur.

İdrar Kaçıran Hastalarda Teşhis:
    Öncelikle hastanın idrar kaçırmasının tipi ortaya konur. Daha sonra jinekolojik muayene yapılarak mesane, mesane boynu, vajen ve rahimde sarkma olup olmadığı, özellikle daha önce geçirilmiş ameliyatlara bağlı idrar yollarından hazneye oluşan kanalcıklarla oluşmuş sürekli kaçaklar olup olmadığı araştırılır. Bilinen bir diğer gerçek de zorlanma tipi idrar kaçırmalarının genellikle rahim ve idrar kesesi sarkması ile birliktelik gösterdiğidir. Bu işlemlerden sonra hastanın idrar tahlili, iltihap açısından idrar kültürleri yapılır. Bu tetkiklerde anormal bulgu tespit edilirse uygun tedavi yapılır. Daha sonra hastanın idrar kaçırmasını gözlemek için mesaneye bir miktar sıvı verilerek veya sıkışması beklenerek ıkındırma ile idrar kaçırma gözle görülmeye çalışılır. İdrar kaçırmanın varlığını veya miktarını tespit edebilmek için ped testi denilen test yapılabilir.   Özellikle daha önce idrar kaçırma ameliyatı olmasına rağmen idrar kaçırmaya devam eden hastalar ve ameliyat yapılacak hastalarda daha ayrıntılı bir inceleme olan Ürodinamik İnceleme yapılır.
    Bu işlem sırasında hastanın mesanesine yerleştirilen bir kateter ile su verilerek dolma, kaçırma ve işeme basınçları bilgisayar yardımıyla kaydedilir ve rakamsal ve grafik olarak yazdırılır. Ürodinami oldukça karmaşık ve pahalı bir test olması nedeniyle her hastaya uygulanması doğru değildir.   Ayrıca hastanın sürekli olarak karın içi basıncın arttıran örneğin öksürük yapan kronik akciğer hastalığı, kronik kabızlık, aşırı şişmanlık gibi problemleri varsa bunların da tedavisi gerekir.

İdrar Kaçırmanın Tedavi Şekilleri Nelerdir?
Tedavide özellikle rahim sarkması da eşlik eden hanımlarda fizik tedavi uygulamaları, cerrahi yöntemler ve ilaç tedavileri bulunmaktadır. İdrar kaçırmanın derecesi ve hastanın sosyal yaşamına olan etkisi göz önüne alınarak en basitten en girişimsel yönteme kadar tedavide pek çok metot bulunmaktadır.
     Tedavide ilk basamak mesane eğitimidir. Bu özellikle sıkışma tipi kaçırmalarda önemlidir. Sıkışmayı geciktirmek için tuvalete koşulmamalıdır. Ayakta durmalı ya da oturmalıdır. Perineye (apış arası) basınç uygulanır, karın kaslarını gevşetmek için solunum egzersizi yapılır.Eğer engel olunamıyorsa kaçırmayı önlemek için idrar yapılabilir. Saatli ve düzenli idrar yapma yanında normal idrar yaparken de idrarını tutma (durdurma) eğitimleri yapılmalıdır. İdrar kaçıran bir kimse zannedilenin tersine gece haricinde bol sıvı almalıdır. Bu kabızlığı önleyecektir. Lifli besinler alınmalıdır. Günlük idrar miktarı en az ortalama 1,5 lt olmalıdır.Normal bir kişi 4-6 kez gündüz ve bir iki kez de gece işeme yapar. Mesaneyi boşaltmak için, her işemede 300 mlt (bir-bir buçuk su bardağı kadar) idrar yapmak gereklidir. Hasta daha sık ve daha az miktarda tuvalete çıkarsa boşalma olmayabilir. Kola, kahve, çay, çikolata ve alkol idrar yapma ihtiyacını arttırabilir, sıkışmaya sebep olabilir, olabildiğince azaltılması uygun olur. İleri düzeyde idrar kaçırması olan ve fizik egzersizlerin yararlı olmadığı olgularda operasyona gerek duyulur. Hekim gerekli incelemelerden sonra hangi tip operasyonu yapacağına karar verir. Günümüzde yeni tekniklerin uygulanması ile zorlanma tipi idrar kaçırmalarda % 90’a yakın başarılı olunmaktadır.
    Karından veya hazneden uygulanabilen bu operasyonlarda rahim ve idrar kesesi sarkmaları da varsa hepsi bir arada düzeltilir. Zor ameliyatlar değillerdir. Hatta günümüzde kadınlarda lokal anestezi ile dahi uygulanabilir. Vajenden yapılan bir küçük kesiden idrar kanalı bir gergisiz bant sayesinde karın katlarına asılır. Karında iki küçük kesiden (0.5 cm) başka hiç yara izi kalmaz.

Son söz olarak;
Birçok kişi bu konuda gereksiz biçimde sessiz kalır. Doktora danışmaya ve gereken yardımı almaya utanır. Bazı kişiler bu durumun yaşlanmanın kaçınılmaz sonucu olduğunu ve olası nedenlerinin ve tedavi seçeneklerinin bulunması yerine bu duruma katlanması gerektiğini düşünür. Oysa, enfeksiyonu kontrol altına almak için antibiyotik kullanmak ya da idrar akışını kontrol eden kasları güçlendirecek egzersizleri öğrenmek gibi basit tedaviler söz konusu olabilir. Gerek görülürse de operasyon yapılır.
Önemli olan hekime başvurmaktır.


                                            RAHİM SARKMASI

       Rahim sarkması cinsel organların, bu organları karın içersinde sabitleyen bağların özelliklerini yitirmesi nedeniyle aşağıya vajinaya doğru yer değiştirmeleridir. Genellikle sadece rahim değil onun hemen önünde ve arkasında yer alan idrar torbası ve kalın barsağın son kısmı da rahimle birlikte sarkma gösterir. Normalde bu organlar kendilerini tutan bağların sayesinde ancak sınırlı olarak hareket edebilirler. Yaş ilerledikçe ve özellikle yapılan doğum sayısı arttıkça bu bağlar esnekliklerini kaybeder ve böylece genital organların vajina içine sarkmasına neden olabilirler. Bazen sarkma öylesine belirgindir ki, kadın vajina girişinde rahim ağzını eliyle hissedebilir. Hatta bazen rahim ihmal edilmiş vakalarda vaginanın dışına da çıkabilir. İdrar torbası sarkması vajina ön duvarına komşu olan idrar torbasının vajina içerisinde bombeleşmesine verilen isimdir. Bu durum da özellikle öksürme, hapşırma, ağır bir nesne kaldırma gibi karın içi basıncını artıran durumlarda kadının vajina içerisinde bombeleşen idrar torbasını eliyle hissetmesine neden olur. Bu şikayete, her zaman olmamak kaydıyla, genellikle idrar kaçırma da eşlik eder. İdrar kaçırma sorunu en hafif şekliyle yalnızca öksürme, aksırma ve ıkınma durumunda ortaya çıkar.

     Sarkmanın şiddetinin artmasıyla birlikte gülme, cinsel ilişkide, hatta ayakta durma, gibi durumlarda da idrar kaçırma sorunu ortaya çıkar.  İdrar torbası sarkması ileri durumlarında idrar torbası ile uretra adı verilen idrarı torbadan dış ortama ileten boru arasında olması gereken açının bozulmasına ve böylece idrar kaçırma şikayetinin ortaya çıkmasına neden olur. En ileri ve oldukça ender görülen durumlarda idrar hiç tutulamaz ve idrar torbasına gelen idrar burada depolanmadan direkt olarak dışarı boşalır.  Rahim sarkması tek başına olduğunda kadının özellikle ayakta durduğunda, öksürdüğünde, hapşırdığında ve ıkındığında ağrı ve alt bölgede dolgunluk hissetmesine neden olur. Rektum (kalın bağırsağın son kısmı) sarkması ise vajina arka duvarıyla komşu olan rektumun vajinaya doğru bombeleşmesidir. Rektum sarkması çoğu durumda özel bir sorun yaratmamakla birlikte kabızlık sorunu yaşanmasına neden olabilir. Genital organlarda sarkma sorunu yaşayan kadınların diğer bir sorunu da zor doğumlarda ortaya çıkan yırtıkların vajinada genişleme şikayetine yol açmasıdır. Bu durum kadının eşiyle cinsel yaşamda sorunlar yaşamasına, çiftin eskisi gibi cinsel yaşamdan zevk alamamasına neden olabilir.

     Genital organlarda sarkma özellikle çok sayıda ve zor doğum yapmış kadınlarda görülür. Uzun süren doğumlar genital organları yerinde tutan bağların uzaması, bazı bölgelerden yırtılması ve böylece organları yerinde tutma işlevlerinin azalmasıyla sonuçlanır. Sezaryan ile doğum yapmış olan kadınlarda ve hiç doğum yapmamış kadınlarda ise sarkma çok daha nadir görülür. Genital organ sarkmaları ender olarak tek başlarına görülürler. Sıklıkla rahim sarkması, idrar torbası sarkması ve kalın barsağın son kısmının sarkması ve idrar kaçırma şikayeti beraberce görülür.

Nasıl Tanı Konur?
     Genital organ sarkması hiçbir sorunu olmayan bir kadında tesadüfen saptanabileceği gibi sıklıkla idrar kaçırma veya "alt bölgede dolgunluk hissi" yaşayan bir kadının jinekolojik muayenesi esnasında sarkmanın kolaylıkla görülmesiyle konur.

Tedavi Yöntemleri
     Rahim sarkmasının tedavisi kadının yaşına, hastalığın derecesine, kadının genel sağlık durumuna ve daha sonra çocuk doğurmak isteyip istemediğine göre değişir. İleride bu problemin gelişmesi düzenli Kegel egzersizleri denilen vajina etrafındaki ve perine kasları kasma egzersizleri yapılarak kısmen de olsa engellenebilir.Ailesini tamamlamış bir kadında genital organ sarkması durumunda uygulanan tedavi şekli genellikle rahimin vajina tarafından çıkarılması ve ön ve arka vajina duvarlarındaki fazlalıkların çıkarılarak vajina daraltılması şeklindedir. Vajen daraltma operasyonu geçiren kadınlar eğer gebe kalılarsa normal doğum yerine sezeryan olmaları gerekir.

     İdrar kaçırma sorununun tedavi edilmesi için daha farklı ameliyat tekniklerinin kullanılması gerekebilir.

Üreme çağındaki ve halen doğum yapmayı düşünen ya da ailesini tamamlamış olsa bile rahim alınmasını kabul etmeyen bir kadında ise rahim alınmaksızın yalnızca ön ve arka vajina duvarlarındaki fazla doku alınarak genişlemenin tamiri yani vajinanın daraltılması yoluna gidilir.  Böylelikle doğum sonrası vajina genişlemesi yakınması olan kadınların şikayetleri azalacak ve cinsel yaşamdan da eskisine oranla daha fazla tatmin sağlanacaktır.

Vajina daraltılması operasyonuna tıpta vajinoplasti adı verilir.


     Belirgin rahim sarkması durumunda karın yoluyla rahimi yerinde tutan bağlara ulaşılarak bu bağların yukarı çekilmesi ve böylelikle rahimin alınmaması mümkündür. Ancak yukarı çekme operasyonlarının çok da uzun ömürlü olmadığı bilinmelidir. Yapılan operasyonun tipine ve yapan cerrahın tekniğine bağlı olarak 3-5 yıl içersinde tekrarlama riski ortaya çıkabilir. Çok nadiren çocukları olmasına rağmen rahiminin alınmasını istemeyen veya başka çocuk doğurmak arzusunda olan bayanlarda ya da rahim alınması operasyonunu dahi kaldıramayacak kadar yaşlı ve genel durumu kötü hastalarda operasyon yerine pesser adı verilen ve vajinaya yerleştirilerek rahimi destekleyip yukarda tutan cihazlar da kullanılabilir ama bu tür tedaviler çok özel durumlarda uygulanmaktadır.

      Günümüzde ailesini tamamlamış bayanlarda çocuk taşımaktan öteye bir fonksiyonu olmayan rahimin alınması sarkmalarda uygulanacak en akılcı tedavi şeklidir.



RAHİM YARASI NEDİR?

Rahim ağzının dış yüzeyini oluşturan hücrelerin kısmen ya da tamamen yokluğu “erezyon” ya da halk arasında sıklıkla söylendiği şekliyle “rahim ağzında yara” olarak adlandırılır.   Gerçekte ise çoğu kez yara olarak tanımlanan durumlarda bir doku kaybı yani yara olmayıp sadece faklı hücrelerin olmamaları gereken yerde bulunmaları söz konusudur. Normalde olması gereken hücrelerin yerini rahim ağzı kanalının içinden gelen hücreler almıştır. Bu hücreler daha ince tabakalardan oluştuğu için altta kalan kan damarları yüzeye daha yakın ve daha belirgindir ve yara şeklinde tanımlanmaktadır. Doku daha kırılgan olduğundan kolayca kanayabilir ve enfeksiyonlara daha açıktır.   Bu duruma yol açan nedenler tam olarak bilinmemektedir. Cinsel ilişkinin sıklığı ya da tampon vs. kullanımının yol açtığı travmanın sebep olabileceği kabul edilir. Benzer şekilde vajinal iltahaplar, sperm öldürücü ilaçlar, kremler ve prezervatif üzerindeki kimyasal maddeler de yara görünümüne neden olabilir.    Hamile kadınlarda ve doğum kontrol hapı kullananlarda sıklıkla saptanması ise anormal bir durum değildir.
Ancak pek çok kadında altta yatan herhangi bir neden ya da risk faktörü saptanamaz.

Kadınların bir kısmında hiçbir belirti vermez ve muayene sırasında rahim ağzı gözlenirken fark edilir. Bununla birlikte bazen karşılaşılan yakınma akıntıdır. Dışa doğru dönmüş hücreler salgı yapmaya devam ettiğinden vajinal akıntı olabilir. Bu akıntı kokusuz, şeffaf, beyaz bir akıntı olabileceği gibi iltihaplanma varsa kötü kokulu ve leke bırakan tarzda da olabilir. Bir diğer bulgu ise lekelenme şeklinde vajinal kanamalardır. Doku kırılgan olduğundan cinsel ilişki sırasında penisin teması ile küçük kanamalar olabilir.

Jinekoloğunuzun muayenesi esnasında rahim ağzında yara görünümü varsa hekiminiz bunu mutlaka size iletecektir.   Bu durum çoğu zaman kendiliğinden iyileşir. Altta yatan enfeksiyon, travma, kimyasal madde gibi bir neden saptandığında bu durumun giderilmesi tedavi edilmesini sağlar. Bir neden bulunamayan ve takiplerde kendiliğinden geçmeyen, hastanın kanama ve akıntı yakınmalarının fazla olduğu durumlarda ise yakma (koterizasyon) veya dondurma (kriyoterapi) gibi yöntemler kullanılabilir. Tamamen ağrısız ve kolay uygulanabilen bu yöntemlerle % 90 oranında tedavi sağlanabilir. Kesin sonuç almak için işlem sonrasında 3-4 haftalık bir sürenin geçmesi gerekir.

Unutulmaması gereken en önemli konu rahim ağzı kanserlerinin de ilk dönemlerde basit bir yara görünümü vermeleridir. Dolayısıyla yara görülen her durumda öncelikle smear denilen rahim ağzından sürüntü mutlaka alınmalı ve hücresel düzeyde inceleme yapılmalıdır. Bu incelemenin sonucu normalse o zaman yakma veya dondurma gibi işlemler uygulanabilir.

Naboth ya da Nabothi kisti nedir ?
Rahim ağzında görülen küçük kistlere Nabothi Kisti ismi verilmektedir. Kistlerin içi ise sarı-beyaz renkli sümüksü (mukus) bir sıvı ile doludur. Büyüklükleri genellikle 2-10 mm ebadındadır. Rahim ağzında normalde salgı salgılayan Nabothi bezleri bulunur. Bu bezlerin değişik sebeplerden (genellikle iltahap, doğum travması gibi) dolayı kanallarının tıkanması ile değişik boyutlarda rahim ağzında küçük kistler oluşmaktadır.   Jinekolojik muayene veya ultrasonografik inceleme sırasında rahatlıkla görülürler ve genellikle birden fazladırlar. Doğum yapmış kadınlarda daha sık görülmektedirler.  Genellikle herhangi bir belirti vermezler ve şikayete yol açmazlar.   Küçük nabot kistlerinin tedavisine gerek yoktur. Çok büyük veya şüpheli görünüşte olanlara kolposkopi ve biopsi yapılabilir.


 SMEAR (SİMİR) TESTİ

  Smear, rahim ve rahim ağzı kanserlerinin erken teşhisinde kullanılan bir tarama testidir. Smear testi rahim ağzının kötü huylu(habis, malign)veya kötü huylu bir hastalığa dönüşme potansiyeli olan(premalign)değişikliklerini saptamak amacıyla yapılır.
     Rahim ağzı kanseri yavaş oluşan bir kanser olup, kanser olmadan uzun zaman önce smear testi ile bu anormallikler tespit edilebilir.
İşlem öncesi dikkat edilecek konular ise;  adet döneminde smear aldırmamak ve işlemden 72 saat öncesinden itibaren vajinaya duş, jel veya krem kullanmamaktır.
     Tarama testleri hastalık bulguları taşımayan normal insanlarda yapılan tetkikleridir. Bu nedenle smear testi tanı koydurmaz ve kanser bulguları olan kişilerde kanser olmadığını belirtmez. Smear testinin pozitif yani anormal çıkması bir problem olduğunu ve tanıya yönelik ileri testler yapılması gerektiğini işaret eder.
     PAP test rahim ağzının yassı hücreli kanserine bağlı hastalık ve ölümleri azalttığı bilimsel çevrelerce kabul edilmiş olan etkili bir tarama testidir. Bundan 20-25 yıl önce ABD'de genital kansere bağlı ölümlerde rahim ağzı kanseri birinci sırayı alırken smir testinin devlet politikaları ile teşviki sonucu dördüncü sıraya düşmüştür. Bunca önleme rağmen her yıl pek çok yeni rahim ağzı kanseri olgusu ortaya çıkmaktadır. Yapılan araştırmalarda bu kadınların yarısında ya hayatları boyunca hiç hücresel inceleme yapılmadığı ya da son 5 yıl içinde testin tekrarlanmadığı görülmektedir. Gelişmiş ülkelerin büyük kısmında rahim ağzı (serviks) tarama testleri ile ilgili sağlık politikaları bulunmaktayken ne yazık ki ülkemizde bu tür bir strateji geliştirilmemiştir.        Ülkemizde PAP smear taraması büyük ölçüde kadın doğum hekiminin yönlendirmesi, daha düşük oranda ve sosyokültürel düzeyine bağlı olarak da hastanın isteği ile yapılmaktadır. Ülkemizde şikayeti olmasa dahi rutin kontrole giden ve smear testi yaptıran kadınların oranı ne yazı ki olması gerekenden çok daha düşüktür. Ayrıca PAP testin gerek alınma tekniği gerekse yorumlanması açısında hekimler arasında tam bir fikir birliği oluşmamıştır.
Herşeye karşın rahim ağzı kanseri de dahil olmak üzere halen smear testi tüm diğer önlemlerin önünde değerin korumaktadır.
Cinsel yaşantısı başlamış olan her bayanın yılda bir kez smear testi yaptırmasında fayda vardır.

....................................................................................................

RAHİM KANALLARININ KAPALI OLMASI...
Rahim filminde kanallarım tıkalı çıktı.. açılamaz mı ?

HSG'de yani rahim filminde tüplerin kapalı olması durumunda önümüze iki olasılık çıkmaktadır. Birincisi, tüpler aslında kapalı değildir ve film çekimi esnasında duyulan ağrı ve heyecan nedeniyle oluşan spazma bağlı olarak kapalı görünmüştür..

Konuyla ilgili tecrübeli bir hekim aslında filme bakarak görülen kapalılığın gerçek olup olmadığını büyük oranda söyleyebilir. Ancak bazen gerçekten kesin bir yorum yapılamaz ve bu durumun tam olarak değerlendirilmesi ve açılmaya çalışılması için laparoskopi ile karın içersine bakılır.
Laparoskopi genel anestezi altında yapıldığı için ağrı veya spazm söz konusu olmaz ve tüplerin gerçek durumu net olarak anlaşılır. Hasta anestezi altındayken verilen boyalı madde ( genellikle steril metilen mavisi) tüplerden kolayca geçiyorsa yani tüpler açıksa işleme son verilir.

İkinci seçenekte ise Laparoskopi esnasında rahim filmi çeker gibi verilen boyalı maddenin kanallardan geçmediği yani tüplerin gerçekten kapalı olduğu tespit edilir. Bu durumda operasyon süresince değişik aletler kullanılarak doktor tarafından tüpler açılmaya çalışılır. Tüplerin açılması yine cerrahın tecrübesine bağlı olarak çoğunlukla başarılı olur ama bu konuda önceden kesin bir şey söylenemez..

Eğer tüpler operasyonda açıldı ise en az 3 ay en fazla 9 ay bekledikten sonra gebelik oluşmadıysa tüp bebek tedavileri düşünülmelidir. Operasyonda başarılı olunamıyorsa yani tüplerin çevresi ileri derecede yapışıksa işleme son verilir ve çift doğrudan tüp bebek tedavisine yönlendirilir.

Rahim filminde görülen kapalılıkların % 20 kadarının aslında spazma bağlı olan yalancı kapalılık olduğu değişik araştırmalarda ileri sürülmüştür.

Eğer kanallardan sadece birisi tıkalı ise diğer faktörlerin de iyi değerlendirilmesi gerekir. Erkeğin sperm durumu, bayanın yaşı, çocuk isteme süreleri de tedavi kararını etkileyen önemli faktörlerdir. 35 yaşından daha ileri yaşlarda ve 5 yıldan daha uzun süreli çocuk istemlerinde beklemenin yararı tatışmalıdır ve etkili tedavilere geçmek için oyalanmamakta fayda vardır.

Eğer rahim filminde, sadece kapalılık değil, tıkanıklığın yanında hidrosalpenks denilen tüpün içinde sıvı birikimi de izleniyorsa o zaman da bu sıvının tüp bebek tedavisi uygulansa bile gebelik oranlarını düşüreceği düşüncesiyle mutlaka laparoskopiyle o tüpün alınması veya rahimle olan bağlantısının kesilmesi gerekir. 
....................................................................