Op.Dr.Barış ÇOBAN - Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı

Bloğuma hoşgeldiniz...
Bloğumda siz değerli hastalarımla, hem iletişim kurmak, hem de size daha sağlıklı bir hizmet vermek istiyorum. Bu nedenle de Kadın hastalıkları ve gebe sağlığı ile ilgili merak ettiklerinizden oluşan kategorilerim ve etiketler bölümlerinde makaleler yayımlayacağım.

Ayrıca "op.dr.bariscoban@gmail.com" adresine ve "Etiket konularının alt bölümlerine" yorumlarınızı ve sorularınızı yazabilirsiniz. "İzleyiciler" bölümüne kayıt olarak yeni bildirimlerden daha çabuk haberdar olabilirsiniz.

Bilginin paylaştıkça anlam kazanacağına inanırım çünkü... Bloğumun beklentilerinizi karşılaması dileklerimle...

GENİTAL SİSTEM KİST ve TÜMÖRLERİ

JİNEKOLOJİK KANSERLER    

       Sadece jinekolojik kanserler için değil aslında tüm kanserler için en önemli konu kanserin erken tanısıdır. Kanser hücreleri vücutta kontrolsüz çoğalan hücrelerdir ve her kanser için farklı hızda olmak üzere yayılma eğilimindedir. Kimi kanserler daha yavaş yayılır yani yavaş metastaz yapar, buna karşın kimi kanserler de agresif davranışlıdır yani çok hızlı yayılırlar. Kanser hakkında yeterince bilgisi olmayan ve adından ürken bir çokları da kanserin tedavi edilemez bir hastalık olduğunu düşünür. Bazı hızlı yayılan kanserler için bu inanç kısmen doğru olmakla birlikte aslında;

KANSER TEDAVİ EDİLEBİLİR BİR HASTALIKTIR.
Ancak, kanserin tedavi edilebilir olmasını sağlayan en önemli faktör kanserin erken tanınmasıdır. Vücuda yayılmış bir kanserin tedavi şansı çok düşük olmakla birlikte erken tanı konmuş yani henüz yayılma fırsatı bulmamış bir çok kanser için %90’lara varan oranlarda tedavi şansı vardır. Bu nedenle, diğer tüm kanserlerde olduğu gibi jinekolojik kanserler için de en önemli konu kanserden ne zaman şüpheleneceğimiz ve jinekolojik kanserlerin tedavi edilebilir evrede yakalayabilmek için, yani erken tanısı için, neler yapılması gerektiğidir.

Rahim, rahim ağzı, yumurtalık ve dış genital organlarda görülen kanserler kadın kanserleri başlığı altında toplanmaktadır ve kadın sağlığını tehdit eden en önemli sorunlar olarak nitelendirilmektedir. Aslında meme kanseri de birçok ülkede kadın kanserleri arasında kabul edilmektedir. Unutulmamalıdır ki meme kanseri kadınlarda en sık rastlanan kanser türüdür ve kadın sağlığıyla uğraşan bir hekimin hastalarını meme kanserinden koruması da onun esas görevlerinden biridir.

Over (yumurtalık) kanseri hariç tüm jinekolojik kanserlerde biraz dikkat ile erken tanı şansı vardır. Jinekolojik kanserlerin en iyi yönü çoğunun dış ortama açık olması ve erken bulgu vermesidir. Sadece yumurtalık kanseri yumurtalıklar karın içersinde olan organlar olduklarından ilerlemiş evrelerde bulgu verirler.Rahim ağzı ve dış genital organ kanserleri ise düzenli dokror kontrolüne giden kadınlar için genellikle hayati tehlike taşımaktan uzaktır ve erken evrelerde tanınarak tedavileri gerçekleştirilir. Rahim ağzından alınan sürüntü örneğinin (vajinal smir-smear) incelenmesiyle rahim ve rahim ağzı kanserlerinin erkenden tanınması mümkündür.

smear  bize , rahim ağzından veya vaginadan dökülen hücreler hakkında bilgi verir . Ancak rahim ağzının bütünü veya dokunun tamamı hakkında bilgi vermez . Eğer smearda çeşitli evrelerde prekanseröz (kanser öncesi evre) olabilecek hücrelerden şüphe edilirse , o zaman bu durumun gerçek niteliğini görebilmek için rahim ağzından ve kanalından örnek biyopsiler almak gerekir. Buradaki sorun biyopsilerin rastgele mi yoksa bilinçli bir şekilde mi alınması gerekliliğidir. Rastgele alınan bir biopside lezyonun bulunmadığı bir yerden parça alınması tanının atlanmasına ve geç kalınmasına neden olabilir.

Bu amaçla geliştirilmiş bir takım aletler vardır . “KOLPOSKOPİ” dediğimiz bir çok mercekten oluşan bir cihazla (kolposkop) vaginayı veya rahim ağzını defalarca büyütülmüş şekilde görebiliriz ve lezyon (problem) olan yeri daha iyi tanımlayabiliriz . Kolposkopiyi kullanırken bazı kimyasal solusyonlardan ve bunların anormal hücrelerle verdikleri değişik reaksiyonlardan da yararlanırız . Böylelikle doğru yerden biopsi alma şansımız doğar. Doğru alanlardan alınan biopsilerle, smear sonucunda şüphe edilen lezyonlar kesinleştirilir ve yapılacak tedavi hakkında daha kesin kararlar verebiliriz. Elbette, kolposkopik inceleme ve biopsi işlemleri daha ileri eğitim ve tecrübe gerektirmektedir. Kolposkopik işlemler hastaya ağrı veren veya anestezi gerektiren işlemler değildir.
Unutulmamalıdır ki Jinekoloğunu düzenli olarak ziyaret eden ve gerekli tahllileri yaptıran kadınların kanserden korkmasına da gerek yoktur!

ENDOMETRİAL HİPERPLAZİ

     Endometrial hiperplazi adı verilen durum fazla östrojen (kadınlık hormonu) aktivitesine bağlı olarak endometriumu (rahim iç zarını) oluşturan hücrelerin normalden fazla büyüdüğü bir durumdur.  Halk arasında rahim zarında kalınlaşma olarak da söylenir.  Hiperplazi kelime anlamı olarak hücre sayısında artış demektir.  Bunun nedeni genellikle progesteron hormonu ile karşılanmamış östrojen hormonu aktivitesidir. Bunun en önemli nedeni ise yumurtlamanın olmamasıdır.  Yumurtlamanın olmamasının bilinen en tipik nedeni ise polikistik over  hastalığıdır.  Ayrıca dolaşımdaki östrojenin fazla olduğu şişmanlık, karaciğer hastalığı, östrojen salgılayan tümörler gibi faktörlerin varlığında da endometrial hiperplazi daha sık görülür.

Belirtileri Nelerdir ?
Endometrial hiperplazi progesteron ile karşılanmamış östrojen uyarısının bir sonucu olduğundan bu endometrium kalınlaşır ve kolaylıkla dökülemez, yani hastada adet kanaması gecikir. Bu tür vakalarda en sık görülen bulgu uzun süreli adet gecikmesini takip eden fazla kanamalardır. Bunun dışında düzensiz olarak adlandırılan ara kanamalarla birlikte adet kanamasının uzun sürmesi ikinci sıklıkta görülen belirtidir. Bazı hastalarda ise hiçbir anormal belirti olmaz. Tanı başka bir nedenle yapılan biyopsi ya da ameliyat sonrası tesadüfen konur.

Kaç Çeşit Endometrial Hiperplazi Vardır ?
Günümüzde kabul edilen sınıflama 1985 yılında WHO (Dünya Sağlık Örgütü) tarafından önerilen sınıflamadır. Sınıflamada temel olarak hiperplazide yer alan hücrelerin durumları esas alınır. Bu sınıflamaya göre endometrial hiperplazi ilk önce basit ve kompleks olarak ikiye ayrılır. Bunlar da kendi aralarında atipili ve atipisiz olarak tekrar ikiye ayrılırlar. Bütün bu tanımlamalar hücre yapısına göre değerlendirmelerdir. Ultrason ya da muayene ile anlaşılmaları mümkün değildir. Atipili hiperplazilerde biz hekimler oldukça tedirgin oluruz çünkü hücresel olarak tipik görünümden uzaklaşılması yani değişik görünümlü hücrelerin görülmeye başlanması kansere doğru bir kayma olabileceğinin belirtisi sayılır. Atipisiz hiperplazilerde kansere dönüşüm oranı % 1-3 arasında iken, atipi varlığında bu olasılık %8-29 arasında olmaktadır. Yani atipili hiperplazi bir kanser öncesi durumdur. Eğer hasta menopoz sonrası dönemde ise kansere dönüşüm olasılığı üreme çağındaki kadınlara göre daha fazla bulunmaktadır. Atipisiz hiperplazide kansere dönüşme süreci 10, atipili hiperplazide ise ortalama olarak 3–4 yıl kadar sürmektedir.

Tanı Nasıl Konur ?
Endometrial hiperplazinin kesin tanısı yalnızca rahim içi örneği alınarak yani kürtaj yapılarak ve bunun patolojik incelemesi ile konabilir. Yani bu tanı klinik bir tablo değil patolojik bir tanıdır. Ayrıca transvajinal ultrasonografi ile de rahim iç tabakasının kalınlığı ölçülerek o gün için olması gerekenden daha fazla bir kalınlık saptanırsa endometrial hiperplaziden şüphelenilir.

Tedavi Nedir ?
Atipili ya da atipisiz olsun her tür hiperplazinin yani rahim iç zarı kalınlaşmasının tedavisi gerekir.Endometrial hiperplazide şişmanlık risk faktörü olduğundan kişi kilo vermeye yönlendirilmelidir.Eğer hiperplazi polikistik over gibi yumurtlama bozukluğuna bağlı ise altta yatan sebebin giderilmesi sorunu çözebilir.  Tedavide en önemli konu kişinin takip edilmesidir. Yani tedavi sonrası kontrol amaçlı örnek mutlaka alınmalı ve hastalığın gidişatı tespit edilmelidir. Gerilemeyen vakalarda ise mutlaka cerrahi tedavi düşünülmelidir.Kesin tedavi, hiperplazinin tipi ve hastanın yaşına göre planlanır. Atipisiz hiperplazilerde eğer kadın üreme çağında ise tıbbi tedavi tercih edilir. Bu hastalarda tanı amaçlı yapılan kürtaj aynı zamanda tedavi de sağlayabilir. Kürtaj ve 3–6 aylık ilaç tedavisine cevap % 90 civarındadır. Tıbbi tedavi olarak ise eksik olan progesteron hormonu verilerek bu değişikliğin geriye gönmesi amaçlanır.Menopoz sonrası dönemde ise rahim alınması en uygun tedavi seçeneğidir. Atipili hiperplazi menopoz sonrası dönemde ya da menopoza yakın yaşlarda saptandığında ise çok fazla zaman kaybetmeden cerrahi uygulanması gerekir. Çocuk isteyen ancak atipili hiperplazi saptanan kadınlarda ise verilecek karar çok iyi düşünmeyi gerektirir. Bunlarda yüksek doz ilaç tedavisi yakın takip altında denenebilir. Ancak doğumu takiben yine rahimin alınması gündeme gelebilir.


YUMURTALIK KİSTLERİ

     Yumurtalıklar karın boşluğunda, rahmin yanlarında ve ona bağlarla bağlı olarak bulunan organlardır.   Kadınların doğurganlığını sağlayan esas hücreler olan yumurtalar bu organlarda depolanır. Ayrıca beyinden salgılanan hormonların etkisi ile yumurtalıklardan salgılanan hormonlar, adet düzenini sağlar.   Yumurtalık kistleri içi genellikle sadece sıvı dolu yapılardır. Yumurtalık kistlerinin değişik tipleri vardır. Hemen hemen her kadında hayatının bir döneminde yumurtalıklarında kist saptanabilir. Bu kistler genellikle bulgu vermezler ve tedavi dahi gerektirmezler. Ancak bazen kistlerin içerdikleri hücre türüne bağlı olarak hormon veya benzeri maddeler salgılayabilir ve bazı şikayet ve bulgulara sebep olabilirler.   Hormon salgılayan veya problem yaratan kistlerin içi sıvı yanında katı yapılar da barındırabilir.

En sık rastlanan şikayetler ise kasık ağrısı, ilişkide ağrı, karında dolgunluk ve basınç hissi ve adet düzensizlikleridir.  Kistin sapı etrafında dönmesi ya da patlaması durumunda ise çok şiddetli karın ve kasık ağrısı ortaya çıkabilir.   Basit kistlerin en sık nedeni hormonal düzensizliklerdir. Normalde her adet döneminde yumurtalıklarda zaten boyutları 2-2,5 cm'ye kadar ulaşabilen folikül adını verdiğimiz bir basit kistcik oluşur. Sonra bunun çatlaması ile yumurtlama gerçekleşir. Kadın gebe kalmaz ise bu dönemden yaklaşık 14 gün sonra adet görür. Ancak hormonal düzensizliklerde bu yumurta taşıyan sıvı dolu kesecik ya çatlamaz ve sabit kalır ya da büyümeye devam ederek basit kist şekline dönüşür. Bunlar genellikle tek taraflıdır ve eğer çok fazla büyümezlerse ağrıya neden olmaz ve sıklıkla da kendi kendine kaybolurlar.

Eğer kistler 5-6’cm’nin üstüne çıkarlar ise sapları etrafında dönme riskleri artmış demektir ve böyle bir durum geliştiğinde yumurtalığın alınması gibi bir olasılık da gündeme geleceğinden genellikle böyle bir tabloya meydan vermemek için hekim müdahele etmeyi tercih eder.   Ayrıca kistler çapları büyüdükçe ve ultrasonografi ile diğer bazı özellikler de gösteriyorlarsa (her iki yumurtalıkta da görülme, çeperinin kalın olması, içersinde katı yapıların izlenmesi, kistin dışına taşan yapıların olması, içersinde bölmelerin olması, karın içersinde sıvı toplanması vs. gibi) bu kistlerin kötü huylu olma olasılıkları da arttığından müdahale edilmelerinde fayda vardır. Hekiminiz muayene sonunda bu olasılıktan size bahsedecektir.   Eğer mutlaka gerekiyorsa operasyonun tipi genellikle laparoskopi şeklinde olmalıdır. Böylelikle karın katları kesilmediğinden kişi evine ve işine kısa sürede dönebilecek ve ameliyat sonrası şikayetleri de çok az düzeyde olacaktır. Eğer kistin kötü huylu olma olasılığı yüksekse o zaman hekim açık operasyonu da tercih edebilir.

Genel olarak bir yumurtalık kistinin yerleşmiş bulunduğu yumurtalık dokusundan tümüyle çıkarılabilirliğinin ana belirleyicisi kistin türü ve yumurtalık dokusu içindeki konumudur.   Basit yapıdaki kistler genellikle çok kolay bir şekilde etrafındaki sağlam yumurtalık dokusundan "soyularak" çıkarılabilmektedirler.   Endometriyozis hastalığı seyrinde gelişen çikolata kistleri bir yandan endometriyozis hastalığının cinsel organlar ile komşu organlar arasında yapışıklıklara neden olabilmeleri, öte yandan sıklıkla yumurtalık dokusunun derinliklerinde ve genellikle birden fazla sayıda olmaları nedeniyle daha zor çıkarılırlar. Yine de çoğu durumda sağlam yumurtalık dokusunun korunması çoğu durumda mümkündür.  Dermoid kist ise çıkarılması nispeten zor bir kisttir ve bazı durumlarda tüm yumurtalık dokusuna yayılım gösterdiklerinden sağlam doku bulunması zor olabilir ve nadiren de olsa kistle beraber yumurtalık dokusunun da çıkarılması gerekebilir.

Boğulma belirtileri gösteren ve çoğu durumda acil şartlarda yapılan ameliyatlarda yumurtalık dokusu canlılığını korumaya devam ediyorsa yalnızca kistin çıkarılması mümkün olmakla beraber bu olasılık maalesef çok yüksek olmamaktadır.   Yumurtalık kistlerinin ne şekilde çıkarılacağının belirleyicisi de yine kistin türü ve büyüklüğüdür. Orta büyüklükte ve etraf dokuyla yapışıklık oluşturmamış kistler, laparoskopi için başka engel teşkil edecek bir durum söz konusu değilse karnın açılmasına gerek kalmadan bu yöntemle çıkarılabilirler. Büyük kistler, yapışıklık oluşturmuş kistler ve kanser olma şüphesi taşıyan kistler için yukarıda da söylendiği gibi laparotomi (karnın açılarak ameliyat edilmesi) tercih edilir.

Kist çıkarılma ameliyatının riskleri nelerdir?
Kist çıkarılma ameliyatları genel anestezi altında uygulanan ameliyatlardır. Bu nedenle genel anesteziye bağlı oluşması muhtemel riskler bu ameliyatta da ortaya çıkabilir. Dikkatli bir ön değerlendirme ve tecrübeli bir doktor tarafından verilen anestezi bu riskleri çok azaltır.
Karından uygulanan jinekolojik ameliyatların tümünde genital organlarda yapışıklık oluşma riski vardır. Bu yapışıklıklar yumurtalık ve tüpler etrafında olduklarında bu organların işlevlerini olumsuz yönde etkileyerek gebe kalamama nedeni olabilirler.
Ameliyatın kısa zamanda tamamlanması, yapışıklığı en aza indirmek için ek bazı önlemler alınmasıyla bu risk azaltılabilmekle beraber ameliyat laparoskopi gibi çok az yapışıklık oluşumuna neden olan bir yöntem kullanılsa dahi tümüyle önlemek mümkün değildir.
Kist çıkarılma ameliyatlarında ön planda yalnızca kistin çıkarılması planlanmasına karşın sağlam yumurtalık dokusunun bulunması her zaman mümkün değildir. Bu nedenle her kadının bu tür ameliyatlarda kistin bulunduğu taraftaki yumurtalığın da alınma olasılığını bilmesi gerekir.
Ameliyat esnasında kistin kanser olduğunun düşünülmesi ve bunun ameliyat devam ederken yapılan acil patolojik incelemeyle doğrulanması durumunda da her iki yumurtalıkla beraber rahimin de alındığı daha geniş bir ameliyat yapılması gerekebilir.
Kist çıkarılması için kullanılan teknik ameliyata bağlı riskleri etkileyen diğer bir durumdur. Laparotomi ile yani karından girilerek yapılan açık ameliyatlarda bu yöntemin getirdiği riskler, laparoskopi ile yani ince borularla karını açmadan kamera yoluyla uygulanan ameliyatlarda ise bu yöntemin getirdiği riskler mevcuttur. Uygun bir ameliyat tekniği kullanıldığında ameliyat tekniğinin kendisine bağlı riskler çok ender olarak ortaya çıkar.

Genellikle 5-6 cm’den küçük olan ve yukarıda bahsedilen özellikleri taşımayan yumurtalık kisti varlığında hekimler doğum kontrol hapı gibi yumurtalıkları baskılayıcı bir tedavi ile kistin küçülüp küçülmediğini gözleyeceklerdir. Eğer küçülme yok ise o zaman müdahele edilip edilmeyeceğine karar vereceklerdir. Ayrıca ultrasonografinin yanında tümör belirteçleri denilen bazı kan tahlilleri de kistin yapısı hakkında bilgi verebilmektedir.   Bu tahlillerden en sık kullanılanı CA-125 adı verilen belirteçtir.  Ancak unutulmamalıdır ki bu belirteçler sadece kötü huylu hastalıklarda değil birçok basit olayda da yükselebilir. Ama özellikle düşük çıkmaları hekimi olumlu düşünmeye sevk edecektir. 

ÇUKULATA KİSTİ NEDİR ?
Çukulata kisti endometriosis hastalığında oluşan bir kist türüdür. Endometriozis adı verilen durum yumurtalıklarda görüldüğünde burada içi koyu kahverengi, eskimiş kan dolu, çikolatayı andıran görünümde bir sıvı içeren bir kist meydana gelebilir. Bu yüzden buna çikolata kisti adı verilmiştir. Çikolata kistlerinde genellikle doğum kontrol hapı gibi baskılayıcı tedaviler pek anlamlı bir küçülme sağlamazlar. Eğer 5-6 cm'nin üzerine çıkarlarsa operasyon gerekebilir.

POLİKİSTİK OVER (YUMURTALIK) NEDİR ?
Yumurtalık kistleri genelde tek bir kist olmasına karşın burada çok sayıda ve milimetrik boyutlarda kistin yumurtalık içinde bulunması söz konusudur.
Polikistik Over (PKO) adı verilen bu durum herhangi bir nedenle yumurtlamanın uzun süreli olarak yarıda kalması sonucu oluşur. Her ay gelişerek çatlaması gereken folikül, gelişiminin belli bir aşamasında "duraklar" ve ufak bir kist olarak yumurtalık dokusu içinde kalır.
Bu durum uzun süreli tekrarladığında yumurtalık içinde yan yana dizili çok sayıda kist oluşur. Bu nedenle hastalığa polikistik over (latincede:  çok sayıda kistik yumurtalık) adı verilir.


MYOMLAR (RAHİMDE UR)

      Rahimde ur dendiğinde akla ilk gelen myomlardır. Myomlar ya da halk arasında söylendiği şekilleriyle miyom, miyon ya da miyomlar rahim ve rahim ağzında görülebilen, düz kas dokusundan gelişen selim (iyi huylu) tümöral yapılardır. Genellikle yuvarlak ve pembemsi renktedirler ve rahim içinde her yerde bulunabilirler. Otuz beş yaşın üzerindeki kadınların % 20’sinde rahimde ur (myom ya da miyom) görülmektedir. Yani aslında oldukça sık rastlanan oluşumlardır.   Myonlara en çok 35-45 yaş grubu kadınlarda rastlanır. Ergenlik döneminde görülmesi çok ender bir durumdur. Yine menopoz döneminde de myom görülme sıklığı düşüktür ve doğurganlık yaşlarında miyom tanısı almış çoğu kadında menopoza girdiklerinde myom boyutlarında küçülme ve şikayetlerde gerileme görülür.

Neden Myom Oluşur ?
Myomun oluşumundaki mekanizmalar tam olarak açıklık kazanmamış olsa da, gelişme-büyümesinde östrojenin (kadınlık hormonunun) yer aldığı gösterilmiştir. Genel olarak myomlarda % 0.5 oranında kanser gelişim olasılığı olduğu kabul edilmekle birlikte, birçok çalışmada bu oranın çok daha düşük olduğu görülmüştür.  Yani myomu olan kadınların telaşlanmalarına gerek yoktur.

Myomun yol açtığı şikayetler nelerdir?
Myomlar sıklıkla belirti vermezler. Bazen jinekolojik muayeneler esnasında tamamen tesadüfen de tespit edilirler. Ancak; çoğu zaman büyüme ve yerleşimleriyle orantılı olarak şu bulguları verebilirler;
Adet kanamalarının fazla olması ve uzun sürmesi
Adet arası dönemde ara kanamalar
Fazla miktarda kanamalara bağlı kansızlık oluşması
İdrar torbasına bası nedeniyle sık sık idrara çıkma
Barsaklara bası yaparak kabızlığa neden olma
Karında büyüme veya şişlik, ele gelen kitle
Adet dönemlerinde yada cinsel ilişki sırasında kuyruk sokumuna doğru ağrı
Tüplerin yada rahmin ağzını kapayarak kısırlığa neden olma

Rahim içini kaplayan myomlar bazen tekrarlayan düşüklere de yol açabilirler  Myom (rahim uru) tanısı koymak kolaydır. Tipik belirtilerle gelen bir kadında yapılan basit bir jinekolojik değerlendirme (muayene ve ultrason) ile tanı koyulur.

Tedavi:
Myomlar genellikle küçük ve şikayete neden olmadıklarından tedavi gerektirmezler. Buna rağmen belirgin bulgu verenler, doğurganlığı etkileyecek kadar büyüklükte olanlar veya kanser ya da benzeri habis (kötü huylu) tümörlerle karışabilecek özellikte olanlar tedavi gerektirirler.  Myomların tedavisi, hastanın şikayetlerine ve yaşamının gelecek dönemine ait planlarına uygun olarak şekillendirilmelidir.  Çocuk sahibi olmayı düşünmeyen, ailesini tamamlamış ve ileri yaştaki bayanlarda eğer rahimin büyük bölümü myomlarla kaplanmış ise en uygun seçenek rahimin tamamının alınmasıdır. Unutulmamalıdır ki rahimin bebek taşıyıp doğurmaktan öteye bir başka görevi yoktur.

Eğer genç ve çocuk doğurma olasılığı olan bir bayanda myom saptanır ise ve şikayetlere de yol açmış ise elbette o zaman myomun çıkarılması ve rahimin korunması gerekecektir. Bu işleme myomektomi operasyonu adı verilir. Miyomektomi operasyonu ve rahim alınması operasyonları genellikle açık yapılan işlemler olmalarına karşın bazı durumlarda Laparoskopi denilen kapalı ve kesilmeden yapılan operasyonlar şeklinde de yapılabilir. Bunun için bu tür endoskopik işlemlerde tecrübeli bir hekimin bu operasyonları uygulaması gerekir.

Miyomlar Nasıl Çıkarılır?
Daha önce de belirttiğim gibi rahimin gebelik döneminde bebeği taşımak dışında bilinen bir görevi yoktur. Bu nedenle çocuk sayısını tamamlamış bir kadında miyomların çıkarılması yerine rahimin alınması da genellikle önerilebilir. Böylelikle aslında bu teklif kadınların çoğuna antipatik gelse de rahimle ilişkili olarak bir daha hiçbir sorun (myomun tekrarlaması, farklı kanama problemleri, rahim ve rahim ağzı kanseri olasılığı vs.) yaşanmayacaktır.  Bu noktada kadınların kafasını kurcalayan ve mutlaka hekim tarafından detaylı olarak açıklanması gereken konu, rahmin alınmasının menopoza girmiş olmakla aynı şey olmadığıdır.

Menopoza girmeyi belirleyen olay adet kanamalarının kesilmesi değil, yumurtalık işlevlerinin durmasıdır.
Rahimi alınan bir kadının operasyon esnasında yumurtalıkları bırakılmışsa (40-45 yaşından önce rahim alınması durumunda genellikle yumurtalıkların bırakılması tercih edilir) kanayan organ çıkarıldığından adet kanamaları kesilecek ancak o kadının doğal menopoz yaşı gelene kadar yumurtalıkları hormonları salgılamaya devam edecek yani aslında kişi menapoza girmeyecektir.

Miyomlar Nasıl Çıkarılır?
Genel olarak söylemek gerekirse miyomların nasıl çıkarılacağının temel belirleyicisi miyomun büyüklüğü ve rahim içindeki konumudur.   Tümüyle submüköz yerleşmiş yani rahim içine doğru büyümüş bir miyom histeroskopi adı verilen yöntemle rahim içine vajinadan özel aletlerle girilerek çıkarılabilir.  

Çok sayıda olan, rahim içine gömülü veya oldukça büyük miyomların genellikle karın açılarak yani "açık ameliyat" ile (laparotomi) çıkarılması önerilir. Uygun durumlarda aynı işlem laparoskopi yoluyla da gerçekleştirilebilir.
Miyomlar genellikle etraflarını saran kapsül adı verilen dış kılıf ile sağlam dokudan net sınırlarla ayrılmış kitlelerdir ve ameliyat esnasında rahim dokusuna yapılan kesinin içinden girilerek bu dış kılıfla birlikte bir bütün olarak çıkarılabilirler. Operasyonda çıkarılabilecek tüm myomlar rahime ve özellikle iç zarına zarar vermeden çıkarılır.

Sezaryanda Miyom alınabilir mi?
Gebelik döneminde artan hormonlar nedeniyle var olan bir miyomun büyümesi veya yeni miyomların oluşması mümkündür.  Bu nedenle sezaryan ameliyatı esnasında miyomlara nispeten sık rastlanır.   Myomların rahim içinde derinde gömülü olduğu durumlarda miyoma ulaşmak amacıyla rahim kasına yapılan kesi bu anda ciddi kanamalara neden olabilmektedir. Çünkü gebelik anında rahim çok büyümüş ve kanlanması belirgin olarak artmıştır. Bu nedenle yüzeysel yerleşimli veya küçük bir sapla rahime bağlı miyomlar hariç sezaryanda miyom çıkarılması pek önerilmez.   Gebelik dönemi bittikten sonra büyüyen miyomların hemen tümünde bir küçülme eğilimi olması nedeniyle de sezaryan esnasında miyomların çıkarılması çok şart değildir.

Miyom Çıkarılma Ameliyatının (myomektominin) Riskleri Nelerdir?
Miyom çıkarılma ameliyatları genel anestezi altında uygulanan ameliyatlardır. Bu nedenle en başta genel anesteziye bağlı oluşabilecek riskler bu ameliyatta da ortaya çıkabilir. Dikkatli bir ön değerlendirme ve tecrübeli bir anestezi uzmanı tarafından verilen anestezi bu riskleri çok azaltır.   Miyom çıkarılma ameliyatları genellikle "kanlı" ameliyatlardır. Bir veya birkaç miyomun çıkarıldığı kısa süren ameliyatlarda kanama miktarı fazla değilse de özellikle aynı anda çok sayıda miyomun çıkarıldığı ameliyatlar, her miyomu çıkarmak için rahime ayrı bir kesi uygulanmasını gerektirmesi nedeniyle önemli ölçüde kan kaybına sebep olabilir.

Miyomların tecrübeli bir hekim tarafından uygun ve hızlı bir şekilde çıkarılması, rahime uygulanan kesi sayısının minimal tutulması ve gerekli durumlarda kan nakli yapmak için birkaç ünite kanın hazırlanması kan kaybına bağlı oluşması muhtemel riskleri en aza indirir. Bu konuda özellikle myomlara bağlı olarak kansızlık gelişmiş hastalarda dikkatli olunmalıdır.   Karından uygulanan jinekolojik ameliyatların tümünde iç organlarda yapışıklık oluşma riski vardır. Bu yapışıklıklar yumurtalık ve tüpler etrafında oluşursa bu organların işlevlerini olumsuz yönde etkileyebilir ve tüplerde kapanmaya neden olarak gebe kalamama veya zor gebe kalmaya yol açabilirler.  Ameliyatın kısa zamanda tamamlanması, yapışıklığı en aza indirmek için ek bazı önlemler alınmasıyla bu risk azaltılabilir ancak laparoskopi gibi çok az yapışıklık oluşumuna neden olan bir yöntem kullanılsa dahi yapışıklık oluşumunu tümüyle önlemek mümkün değildir.

Karın içersinde ne oranda yapışıklık oluşacağı kişinin yapısal özelliklerine ve cerrahi tekniğe bağlı olarak değişmektedir.

Özellikle çok sayıda ve büyük miyomların çıkarıldığı veya miyomların rahimağzı bölgesi gibi çıkarılması zor bölgelere yerleştiği sorunlu ameliyatlar esnasında rahimin bırakılması mümkün olmayabilir. Bu durum bir veya birkaç miyomu olan bir kadında çok çok ender görülen bir durumdur.   Miyom çıkarılması için kullanılan cerrahi teknik ameliyata bağlı oluşabilecek riskleri belirleyen diğer bir durumdur. Açık ameliyatla yani karından girilerek yapılan ameliyatlarda bu yöntemin getirdiği riskler, laparoskopi ile yani ince borularla karını açmadan kamera yoluyla uygulanan ameliyatlarda da bu yöntemin getirdiği riskler mevcuttur.

Genel prensip cerrahın en iyi kullanabildiği ve tecrübeli olduğu teknikle operasyonu gerçekleştirmesidir.

Miyom çıkarılırken herhangi bir aşamada rahim duvarının bütünlüğünün bozulması ileride yaşanacak gebelikte doğumun sezaryanla gerçekleştirilmesini gerektirir. Bunun nedeni rahimin doğum kasılmaları esnasında miyomu çıkarmak için rahim kasına uygulanan kesi bölgesinden yırtılma olasılığının bulunmasıdır. Ne kadar iyi bir ameliyat tekniği kullanılırsa kullanılsın ve kesi ne kadar iyi tamir edilirse edilsin eğer myom rahimde gömülü ise bu olasılık söz konusu olabilir.

Bu yüzden miyom çıkarılma operasyonu geçiren bayanların sezeryan ile doğum yapmaları gerekebilir.

Myomektomi Operasyonu Sonrasında Tekrar Miyom Oluşur Mu?
Miyom genetik özelliklerle ilgili bir olaydır. Miyomu olan bir kadının rahimi alınmadığı sürece yeniden miyom oluşturabilir. Ancak bazen ameliyat esnasında var olan küçük miyomların tümüyle çıkarılmamış olmasıyla ilgili de olabilir.

Myomların ilaçla tedavisi mümkün değil midir?
Şu anda myomları küçültüğü bilinen herhangi bir ilaç yoktur. Analog adı verilen ve kişiyi geçici olarak menopoza sokan aylık ya da üç aylık iğneler uygulandığında, hormon seviyelerinin menopozdakine benzer şekilde düşmesinden dolayı elbette myomun hacmi de küçülecektir. Ancak ilaç bırakıldıktan ve adetler geri geldikten 2-3 ay sonra myomun eski büyüklüğüne geri döndüğü görülmektedir. Ayrıca geçici menopoz tablosunda hastanın şiddetli ateş basmaları ve eğer tedavi uzun sürerse kemik erimesi de olabilmektedir.   Bu tedavi yöntemi myomun ameliyatla çıkarılmasından önce operasyonda olabilecek kan kaybını azaltmak ve myom hacminin küçültülerek operasyonun kolaylaşmasını sağlamak amacıyla bazı hekimler tarafından ameliyat öncesi kısa süreli olarak kullanılmaktadır.   Özellikle ameliyat laparoskopik olarak yapılmak isteniyor ve myom boyutları çok büyükse ameliyat öncesi bu ilaçlar kullanılabilir. Ayrıca bu grup hastalarda uzun süren aşırı kanamalara bağlı olarak anemi (kansızlık) geliştiği için bu tedavi ile aneminin düzelmesi sağlanmaktadır. Çünkü tedavi sırasında hasta adet görmemekte ve hastanın kan kaybı olmamaktadır.

Bunun dışında kullanılabilecek diğer bazı ilaçlar da şunlardır:

Progestinler: Progesteron hormonu hipofizden yumurtalıkları uyaran hormonların salınımını azaltarak ve myom dokusunda temel kadınlık hormonu olan östrojenin etkisini bloke ederek etki gösterirler. Myomun yol açtığı kanama fazlalığını bazen azaltabilirler, ancak myomların küçültülmesi için etkin bir tedavi yöntemi olarak kabul edilmemektedirler.

Danazol: Analoglara göre daha az etkilidir. Dört-altı ay kullanıldığında myom boyutlarında azalmaya yol açttığı görülmüştür. Kilo alımı, kıllanma ve seste kalınlaşma gibi yan etkilerinden dolayı da tercih edilmemektedir.
Raloxifene: Hayvan çalışmalarında myom boyutlarında küçülmeye yol açtığı gösterilmekle birlikte bu konuda insanlarda yeterli veri bulunmamaktadır.

Myomların yol açtığı uzun süren kanamalar, ara kanamaları gibi adet düzensizlikleri söz konusu olduğunda operasyon seçeneğinden önce en sık olarak progesteron hormonu içeren değişik haplarla tedavi de uygulanmaktadır.
Ancak bilinmelidir ki bu tedaviler myomun kendisini tedavi etmez belki yol açtığı kanama problemlerini geçici olarak düzeltebilir.
Eğer fazla kanamalar kişide kansızlığa da yol açtıysa demir haplarıyla tedavi de uygulanmalıdır.
Unutulmamalıdır ki; myomların kesin tedavisi cerrahidir.


VULVA KANSERİ

Vulva, dış cinsel organlara verilen isimdir.  Vajina kanserinden biraz daha sık olmakla birlikte yine de oldukça nadir görülen bir genital kanserdir. Kadın üreme organı kanserlerinin ancak yüzde birini teşkil eder.Görülme yaşı 40-50 yaşlar ve 70 yaşlar olmak üzere 2 yaş grubunda daha sıktır. Genç yaşta görülenler rahim ağzı kanserine benzer şekilde HPV (Human Papilloma Virusu) ile ilişkilidir. İleri yaşta görülenler HPV ile bağlantılı değildir. Bu olgularda daha çok çevresel faktörlerin rolü olduğu düşünülmektedir.
Vulva kanserinin en önemli belirtilerinden biri geçmeyen kaşıntıdır. Vulva cildinde eskisine nazaran sertleşme, kabarma şeklinde ortaya cilt değişiklikleri ortaya çıkar, çoğu kadın bu farklılığı hissedebilir.Tedaviye dirençli olan kaşıntı olgularında görünür bir problem olmasa da gereklidir. Bunun dışında vulvada renk değişiklikleri ve kızarıklık, ülser, kitle gibi çeşitli cilt lezyonları görülebilir. Kesin tanı biyopsi ile konulduğundan vulvada görülen tüm şüpheli durumlarda biyopsi almak tanı koydurucudur.

Biyopsi alırken, gözle izlenmesi çok zor olan özellikle başlangıç aşamasındaki vulva kanserlerinin tanınması ve doğru yerden biyopsi alınmasını kolaylaştırmak amacı ile kolposkop denen bir alet de kullanılabilir. Kolposkop vulva bölgesini 10-40 defa büyüterek daha iyi bir inceleme olanağı sağlar.Vulva kanserlerinin büyük bir kısmı yassı hücreli kanser adı verilen tıpkı cilt kanserleri tipindedir. Yani cildi de döşeyen çok katlı dokunun kanserleridir. Bunun dışında özel kanser tiplerinden olan Paget hastalığı, bazal hücreli kanser, ve malign melanom da vulvada görülebilir.Olguların yarısında erken evrede tanı konabilir. Tedavi öncelikle cerrahidir. Genellikle vulvektomi (vulva derisinin çıkartılması)gereklidir. Tümörle birlikte çevre doku ve lenf bezleri çıkarılır. ; operatör tümörü, çevresindeki deriyi, belki de kasıktaki lenf bezlerini ve lenf -bezleriyle tümör arasındaki deriyi de çıkarır. Kanserin cinsi ve tümörün büyüklüğü ne kadar doku çıkarılması gerektiğini belirler.İleri evrelerde cerrahiye ek olarak radyoterapi de uygulanabilir. Erken evre yakalandığında tedavi şansı %90’ları bulabilir.


VAJİNA (VAJEN) KANSERİ

     Nadir görülen bu kanser türü kadın üreme sisteminden kaynaklanan kanserlerin %1'ini oluşturur. Ortalama olarak 45-65 yaş arası kadınlarda daha sık olarak rastlanmaktadır. Vagina kanseri vajinanın iç yüzeyini döşeyen çok katlı epitel hücrelerinden ortaya çıkar ve tamamına yakını squamoz tip yani cildi oluşturan hücreler gibi çok katlı yassı hücrelerden oluşan kanserdir.Tıpkı Rahim ağzı kanseri ve vulva kanseri gibi cinsel geçişli hastalıklardan insan papilloma virusu (HPV) enfeksiyonunun vajen kanserine neden olduğu düşünülmektedir.

     Vajen yüzeyinde gelişen kanser travmaya hassastır. Bu özelliği ile özellikle ilişki sırasında ve sonrasında az ya da çok kanamaya neden olur. Sulu bir akıntı da şikayetlerden biri olabilir. Ayrıca ilerlemiş evrelerde idrar torbasına ve kalın barsağa yakınlığı nedeni ile bu organlarla ilgili yakınmalara neden olabilir. İdrar yapma problemleri, idrar yaparken yanma, kanama ve ağrı, dışkılama sırasında ağrı ve kanama şikayetleri de olabilir. Bazen de hiç bir yakınma yokken yapılan rutin kontrollerde tesadüfen saptanabilir.Jinekolojik muayene sırasında vagina duvarında kanamalı yara dokusu veya tümoral alan görülür. Bu bölgeden alınan biyopsinin incelenmesi ile kesin tanı konur. Ayrıca rahim ağzı kanser taraması olan smir testi vaginal kanserlerin erken tanınmasında da oldukça faydalıdır.

Vaginal kanserlerin tedavisi, kanserin vagendeki yerleşim bölgesine ve kanserin büyüklüğüne bağlıdır. Kanser vaginanın tepesinde rahim ağzına yakın bölgede yani yukarı kısımda yerleşmişse cerrahi olarak rahim, ve vagenin 1/3'lük üst kısmı çıkartılır. Bu işleme alt karın bölgesi lenf bezlerinin çıkartılması da eklenir. Cerrahi sonrası Radyoterapi (Işın tedavisi) uygulanır.Kanser vagenin orta bölümüne yerleşmişse cerrahi uygulanmaz sadece radyoterapi uygulanır.Kanser vagenin girişine yani alt 1/3'lük kısma vulvaya yakın yerleşmişse, dış vagina ile birlikte vagenin alt 1/3'lük kısmı cerrahi olarak çıkartılır. Bu tedaviye radyoterapi de eklenir.

     Vajen kanserlerinde ortalama 5 yıllık sağ kalım oranı %40-45'dir. Erken evrelerde bu oran %70 iken ilerlemiş hastalığı olanlarda % 15'e düşmektedir. Vagina kanserinin tedavisi sonrasında ortaya çıkan cinsel ilişki problemleri rekonstrüktif (plastik) cerrahi metodları ile çözülebilmektedir.

RAHİM AĞZI (SERVİKS) KANSERİ

Rahim ağzı, rahimin hazneye (vajinaya) uzanan küçük bölümüdür. Bu bölümden çıkan kanserler erkenden bulgu verebilirler ve yıllık jinekolojik kontrollerle erkenden tanınabilirler. Rahim ağzı kanseri uzun yıllar Dünya'da en fazla görülen kadın genital sistem kanseri olmuştur. Ancak smear gibi tarama yöntemlerinin bu hastalıkta yaygın olarak kullanılmaya başlamasıyla hastalığın görülme sıklığı da oldukça azalmıştır.  Rahim ağzı kanserinin cinsel yolla bulaşan bir hastalık gibi davrandığı düşünülmektedir. Buna sebep 1842 de bir araştırmacının rahibelerde bu hastalığın ortaya çıkmadığını gözlemlemesidir.  1953 yılında yapılan bir çalışmada hayat kadınlarında görülme sıklığının normal kişilere göre daha fazla olduğunun saptanması da bu fikri güçlendirmiştir.20 ile 80 yaş arasında bütün kadınlarda görülebilir.

Risk Faktörleri
Ancak bu toplumlardan gelişmiş ükelere göç edenlerde hastalığın artış göstermesi çevresel faktörlerin de etkisini gündeme getirmektedir. Cinsel yaşamın 20 yaşından önce başlaması, 2 den fazla partner, düşük sosyoekonomik düzey, partnerin birden fazla kişi ile cinsel temasta bulunması, HSV ve HPV türü virüsler risk faktörlerini oluşturur.  Sigara da önemli bir risk faktörü olarak karşımıza çıkmaktadır. Fazla sayıda doğum yapmak ve erkeğin sünnetsiz olmasının da riski arttırdığı öne sürülmektedir. Ancak bu düşünceler popülaritesini kaybetmektedir.   Günümüzde rahim ağzı (serviks) kanserinin % 90'ından fazlasının HPV (Human Papilloma Virus) ile oluştuğu bilinmektedir.

Belirtileri
Erken dönemde (CIN aşamasında) yakalanmayan serviks kanseri ilerlemeye başlar ve klinik bulgu vererek karşımıza çıkar.En sık görülen yakınma anormal vajinal kanamalardır. Kanserli dokuda damarlanma arttığı için dokunma ile cinsel ilişki, muayene gibi durumlarda kanama başlar.Canlılığını kaybeden doku nedeni ile kötü kokulu pis bir akıntı ortaya çıkabilir. İlerlemiş vakalarda durdurulamayan kanamalar görülür. Hastalığın yayılımına bağlı olarak böbrek yetmezliği görülür ve bu en sık rastlanılan ölüm nedenidir. Klasik olarak ağrısız kanama ve et suyu kıvamında akıntı serviks kanserini düşündürmelidir.

Evreleme
Optimal bir tedavi için hastalığın evresinin tam ve doğru olarak saptanması gerekir. Bugün için kabul edilen evrelemede 5 kademe kullanılır. En erken evre Evre 0, en ileri evre de evre 4 dür. Burada uzak organlara metastaz (yayılım) bulunur. Her evre kendi içinde alt evrelere ayrılır (Evre 1a1, Evre 2a gibi). Evreleme klinik olarak, yani muayene, sistoskopi (mesanenin gözlenmesi), rektoskopi, ilaçlı böbrek filmi (IVP), radyografi ve bilgisayaralı tomografi sonuçlarının bir arada değerlendirilmesi ile yapılır. Ultrasonografinin evrelemedeki rolü sınırlıdır. Bazı yazarlara göre de uygun bir evreleme için cerrahi olarak hastayı değerlendirmek gerekir. Ancak bu fikrin taraftarı azdır.

Tedavi
Tedavide prensip olarak Evre 2b ve üzerindeki hastalara ameliyat yapılmaması fikri hakimdir. Evrelere göre önerilen tedavi şekilleri şunlardır:
Evre 0 : Konizasyon veya basit histerektomi (rahim alınması)
Evre 1a1 : Lenf ve damar yayılımı yoksa Konizasyon veya basit histerektomi
Evre 1a2- Evre 2a : Geniş ve radikal histerektomi
Evre 2b ve üstü : Radyoterapi

Günümüzde uygulanan radikal histerektomi oldukça büyük bir ameliyattır. Amaç kanseri sınırlarının ötesinde sağlam dokulardan da geçerek damarları ve lenf yolları ile birlikte çıkarmaktır.Eğer bunda başarılı olunamayacaksa radyoterapi uygulamak cerrahiden daha iyi sonuçlar verir. Bazı yazarlara göre de hastalığın evresi ne olursa olsun 50 yaşından büyük hastalar cerrahi yerine radyoterapi ile tedavi edilmelidirler, ancak bu fikrin savunucuları giderek azalmaktadır. Bu azalmanın nedeni anestezi alanındaki gelişmelerdir. Tedavide yaygın olarak kullanılan bir başka yöntem de cerrahiye ek olarak radyoterapi uygulamaktır. Radyoterapi serviks kanserinin her evresinde kullanılabilir. Burada amaç cerrahi ile ulaşılmayan kanserli hücrelerin tahrip edilmesidir. Son yıllarda serviks kanserinde kemoterapi de denenmektedir ancak yararı hala daha tartışmalıdır.

Hastalığın gidişatı ve sağ kalım
Serviks kanserinde prognoz yani hastalığın gidişatı pekçok faktöre bağlıdır. Bunlar hastalığın evresi, lenf nodu tutulumu, tümörün büyüklüğü, damar tutulumu, hücre tipi, hücrenin DNA içeriği gibi faktörlerdir. Hastalığın evresine göre 5 yıllık sağkalım oranları şu şekildedir.
Evre 1 : % 85
Evre 2 : % 66
Evre 3 : % 39
Evre 4 : % 11


Hastalığın takibi esnasında nüks ortaya çıkarsa prognoz çok kötüdür ve hastaların %80'i kaybedilir. Nüksler genelde ilk 2-3 yıl içinde görülür. 5 yıldan sonra oldukça nadirdir. Serviks kanseri öldürücü ve tedavisi güç bir hastalık olmasına rağmen düzenli kontroller sayesinde çok erken dönemde fark edilebilen ve kolaylıkla hatta çoğu zaman ameliyata bile gerek kalmadan tedavi edilebilen nadir kanserlerdendir.
RAHİM KANSERİ

     Rahim kanserine, rahimin iç yüzünü kaplayan dokuda yani endometriumda başladığı için endometriyal kanser de denir. Gelişmiş ülkelerde aslında kadınlarda görülen en sık jinekolojik kanser türüdür ve erken yakalandığında hemen her zaman tedavi edilebilir.Genellikle menopozdan sonra 50-70 yaşları arasında ortaya çıkar.  

Belirtiler ;
Menopozdan sonra vajina kanaması;
Menopozdan önce ağır kanamalı adetler veya iki adet arasında kanama;
Vajinadan pembe, sulu bir akıntı.

     Şişmanlık endometriyal kansere zemin hazırlar. Hatta tedaviyi de (ameliyat ve ışın tedavisi) zorlaştırır. Günümüzde, östrojen takviyesi yöntemi çok daha düşük dozda östrojeni, ayın belli bir kısmında projesteronla birlikte kullanarak uygulanmaktadır. Bu nedenle, uygun bir östrojen tedavisi görüyorsanız, bu sizin nüfusun geri kalan çoğunluğundan daha fazla kanser riskine sokmaz. Ancak menopoz belirtilerine karşı östrojen tek başına alınırsa kanamaya neden olabilir.

Rahim kanserine yakalanma ihtimali normalden daha yüksek olan kadınlar kimlerdir ?
Hiç doğum yapmamış olanlar, 52 yaşında hala adet görenler, kısırlık veya düzensiz adet problemleri olanlardır. Geçmişte doğum kontrol hapı kullanan kadınların endometriyal kanser olma ihtimalleri ise azalır.

Teşhis nasıl konur ?
Rahim kanseri erken safhalarda belirti göstermez. PAP
smear testi, olayı vakaların yarısından daha azında yakalayabilir ve muayene sırasında da farkedilmez. İlk işaret sıklıkla beklenmeyen bir vajinal kanamadır. Belirtiler varsa, doktor endometriyal biopsi yapar. Doktor muayenehanesinde genellikle anesteziye gerek olmaksızın, rahimin iç yüzeyinden, analiz edilmek üzere küçük bir parça alır. Rahim kanseri varsa, biopsi çoğunlukla bunu tespit eder. Daha kesin bir teşhis için tam bir kürtaj gereklidir. Doktor rahimin iç yüzeyini hafifçe kazıyarak analiz etmek üzere doku örnekleri alır. Bu işlem için genellikle herhangi bir şekilde anestezi gerekir ve bu genellikle hastanede, gece yatmadan, yapılır. Eğer kanser olduğu belirlenirse ve rahimden öteye yayıldığını düşündürecek bir neden yoksa, doktor birtakım testler yaparak başka tümörler olup olmadığını araştırır.

Genellikle yavaş ilerleyen ve teşhis edildiğinde hala yayılmamış olma ihtimali yüksek olan bir türdür. Bu da, yakalanan kadınların çoğunlukla tedavi edilebildiği anlamına gelir. Erken teşhis edildiğinde, en az 5 yıl kurtulma ihtimali % 88dir. Çevredeki dokulara yayıldığında bile bu oran % 75'dir. Nadiren tümörün hızla büyüyen öldürücü bir cins olması halinde, sonuç bu kadar iyi olmayabilir.

Tedavi
* Ameliyat;
Doktorların çoğu histerektomi (rahmin alınması), tavsiye ederler. Tüplerin ve yumurtalıkların da alınması gerekir, çünkü kanserin bu organlara da yayılma eğilimi vardır.
* Radyasyon (ışın) tedavisi;
Kanser rahmin ötesine de yayılmışsa, ameliyattan sonra radyasyon tedavisi yapılmalıdır. Bazen ameliyat yerine radyasyon kullanıldığı da olur. Bu, genel anestezi altındayken vajina veya rahime bir alet veya radyum yerleştirilerek yapılan derin bir radyoterapidir. Radyum vücudun içinde birkaç gün kalır ve bu süre içinde hastanede yatılması gerekir. Bazen de birkaç yöntem bir arada kullanılır.
* İlaç tedavisi;
Eğer kanser vücudunuzun başka yerlerine metastaz yapmışsa (yayılmışsa), progesteron büyümeyi genellikle durdurur. Bu 2-3 yıl içindir, hatta bazen daha bile uzun olabilir. Başka antikanser ilaçlar da kullanılabilir.
Sağkalım Evre 1 endometrium kanserinde 5 yıllık sağkalım oranları % 90 civarındadır. Bu oran Evre 2 olgularda bir miktar düşüşle %69-83 arasında bulunmuştur. Evre ilerledikçe sağkalım %40lar civarına iner. Nüks olursa bu ilk 2 yıl içinde en fazla oranda görülür. 5 yıldan sonra nüks son derece nadirdir.


YUMURTALIK KANSERLERİ

      Kadın kanserleri arasında en çekinilen tür kanser yumurtalık kanseridir. Bunun sebebi ise yumurtalıkların karın içi organlar olmaları sebebiyle ilk safhalarında pek dikkati çekecek bulgu vermemeleri ve genellikle büyüdükleri zaman alt karın muayenesi sırasında fark edilmeleridir. İstatistiklere göre 70 kadından birinde yumurtalık kanseri görülmektedir.  Erken teşhis edilmezse, yumurtalık kanseri sonunda ağrılı ve büyük bir hale gelir ve tümörün salgıladığı sıvı karnın şişmesine ( buna asit sıvısı toplanması adı verilir) neden olabilir. Yüzde 70–80 vakada hastalık, bu ilerlemiş safhada teşhis edilir.

Belirtiler: Başlangıçta genellikle hiçbir belirti yoktur; Karnında hafif rahatsızlık ve hafif hazımsızlık; şişkin karın ve karnın altında ağrı (hastalığın ilerlemiş safhasında) Yumurtalık kanseri genellikle menopozdan sonra gelişir. Ancak nadiren genç yaşlarda da görülebilir. Hiç hamile kalmamış veya hamile kalmak konusunda sorunları olmuş kadınların yumurtalık kanserine yakalanmaları olasılığı daha fazladır. Tersine, çok çocuğunuz olmuşsa veya doğum kontrol hapı kullanmışsanız bu olasılık daha azdır.

Yumurtalık kanseri olasılığını azalttığı düşünülen durumlar: 

 Doğum kontrol ilaç kullanımı, Çocuk doğurma ve emzirme, Rahmin alınması, Tüplerin bağlanması, Koruyucu olarak yumurtalıkların alınması, Yağlı beslenmeden kaçınma, Ancak her durumda yıllık alt karın muayenesi çok önemlidir. Çünkü erken teşhis ve tedavi çok daha fazla iyileşme şansı sağlar.
Teşhis Alt karın muayenesinde ve jinekolojik muayenede yumurtalıklarda bir kitle fark edilirse, doktor birtakım testler ister. Karın içinin durumunu anlamak için ultrasonografi, kalın barsak, böbrekler ve üreterlerin (böbrekleri mesaneye bağlayan kanallar) röntgen filmleri, yumurtalıkların durumunu görebilmek için nadiren(doktorun karında bir kesik yapıp içeriye bir alet sokarak yaptığı) laparoskopi de gerekebilir. Doktor laparoskopi sırasında tümörden (habis - kötü huylu- olup olmadığını anlamanın tek yolu) küçük bir parça alabilir. Yumurtalık tümörlerinin dörtte üçü habis değildir.


Akrabalarında yumurtalık kanseri olan ve yumurtalık kanseri olma riski yüksek olan kadınlarda, transvajinal ultrasonografi (vajina içine yerleştirilen küçük bir aletle yapılan ultrasonografi yöntemi) ve kan testleri ile taranabilir.  Transvajinal ultrasonografi, yumurtalıklardaki kitlesel oluşumları iyi ya da kötü huylu olarak tip tayini yapmaksızın görüntüler. Yumurtalık kistlerinin bazı özellikleri bu kistlerin daha kötü huylu tümörler olabileceğini düşündürebilir.

      Yumurtalık kanseri ile ilgili kan testleri arasında CA–125 düzey ölçümü bulunur. Yumurtalık kanseri olan kadınlarda bu proteinin kandaki düzeyi yükselir. Ancak enfeksiyon, endometriosis gibi bazı kanser olmayan yumurtalık hastalıklarında da CA–125’ in kanda yükselebileceği unutulmamalıdır. Ayrıca daha nadir bazı yumurtalık kanserlerinde CA–125 yükselmeyebilir. Bu test yüksek bulunduğunda, ileri tetkikler yapılarak (görüntüleme yöntemleri), karın boşluğu içinde sıvı (asit sıvısı) tespit edilirse bu sıvıdan örnek alınıp incelenerek veya doğrudan yumurtalıklardan parça örneği alınarak bir kanserin var olup olmadığı araştırılmalıdır. Gerekli görüldüğünde bilgisayarlı tomografi veya MR (magnetik rezonans) gibi yöntemlerle yumurtalıklar izlenir.

Bilgisayarlı Tomografi (BT): X ışınının insan vücudu etrafında dönerek çeşitli açılardan görüntüleme yapan bir görüntüleme yöntemidir. Alınan görüntüler daha sonra bir bilgisayar tarafından birleştirilerek vücudumuzun içinin detaylı bir görüntüsünü oluştururlar. Film çekilirken ayrıntılar, bir çeşit boya olarak düşünülebilecek bir kontrast madde kullanılarak daha detaylı olarak görüntülenir.

Manyetik rezonans görüntüleme (MRI): Manyetik alan ve bilgisayar kullanılarak vücudumuzun içinin detaylı resimlerini verir. Bu yöntemde x ışınları kullanılmaz.

Ultrasonografi: Prob adı verilen bir aletten salınan ses dalgalarının yumurtalıklar veya diğer organlardan yankılanmaları ile elde edilen görüntülerin ekrana yansıtılması ile yapılmaktadır. Kitlesel oluşumların yapısının katı veya içi sıvı dolu kistik bir yapıda olup olmadığını ayırd eder. En sık kullanılan görüntüleme yöntemidir.

Renkli doppler akımı: Bu yöntem yumurtalıkların damarlarla kanlanmasını gösterir. Yumurtalık kanserlerinde genellikle yumurtalıklara olan kan akımı artar ve doppler ölçümleri artmış olarak bulunur. Ancak yine bazı iyi huylu hastalıklarda da yumurtalıklardaki kan akımı artabilir. Kadınlarda kanda CA–125 testi ve transvajinal ultrasonografi yumurtalık kanserinin kesin teşhisi için tam olarak yeterli değildir. Kesin tanı için patolojik inceleme gereklidir.

Tümör tipleri ve Tümörün davranışı Kanserler geliştikleri hücrelerin tipine göre adlandırılır, bu hücrelerin özelliklerine göre değişik davranış özellikleri gösterir ve tedavisi farklı olabilir. Bu açıdan bakıldığında yumurtalıklarda çok değişik özelliklere sahip hücre bulunmaktadır. Yaklaşık on çeşit yumurtalık kanseri tipi vardır. En sık görülenleri yumurtalığın yüzeyini örten dokudan kaynaklanan tümörlerdir. Bunların arkasından cinsiyet hücrelerinden gelişen tümörler gelir. Genel olarak yumurtalık kanserleri yüzeyel olarak yayılır. Karın içersinde bulunan yumurtalıklardan gelişen kanser dokusundan dökülen kanser hücreleri karın içersindeki diğer organların yüzeylerine tutunarak karın içersinde yayılır. Tüplere diğer yumurtalığa, barsak ve karın zarı yüzeyine, omentum dokusuna, karaciğer ve dalak yüzeyine ve diafragma altına kadar yayılabilir. Yumurtalık kanserinin kan yolu ile uzak organlara yayılması oldukça ileri evrelerde olmaktadır.

Tedavi
Ameliyat:  Yumurtalık Kanserinin Cerrahi Tedavisi Batın orta hat kesi ile açılmalı ve batın yıkantı sıvısı veya varsa asit sıvısından örnek alınır. Kitle çıkartılarak mutlaka dondurarak-kesit yöntemi (frozen) ile patolojik olarak değerlendirilmelidir. Eğer malignite (kötü huylu olma) saptanırsa, hastanın yaşı, çocuk sahibi olup olmadığı göz önünde tutularak cerrahiye devam edilmelidir. Amaç geriye batın içinde hiç tümör bırakmadan cerrahi işlemin  yapılmasıdır. Geride kalan tümör dokusu, over kanseri olgularında, hastalığın prognozunu en olumsuz yönde etkileyen faktördür.   Eğer tümör tek over de (yumurtalık da) sınırlı ise ve olgunun fertilitesinin (doğurganlığının) devam ettirilmesi isteniyorsa, rahim ve diğer yumurtalık korunarak, kitlenin olduğu taraftaki yumurtalığın çıkartılmasına ilaveten, omentektomi (karın zarı çıkarılması), karın içersindeki lenf bezlerinin çıkarılması (lenfadenektomi) işlemi ve varsa batın içindeki şüpheli alanlardan, yoksa rastgele peritoneal yüzeylerden çok sayıda biyopsiler yapılmalıdır.  Fertiliteyi koruyucu cerrahi evreleme sonrası evre 1a ve grade 1-2, olgularda yapılan cerrahi işlem yeterlidir ve  ameliyat sonrası kemoterapi yapılmasına gerek yoktur. Fertilitenin korunması istenmeyen olgularda histerektomi (rahim alınması) ve çift taraflı yumurtalıkların alınması, omentektomi ve lenfadenektomi yapılmalıdır.

Kemoterapi (ilaç tedavisi)
Hekim birçok ilacı (genellikle 3'lü kombine tedavi) bir arada kullanarak tedavi uygular. Kemoterapiden sonra genellikle kalan tümör dokusu küçülür. Ancak 12–18 ay sonra, eğer tam bir tedavi gerçekleşmemişse hastalık ilaçlara bir direnç geliştirdiği için yeniden büyümeye başlayabilir. Bu durumda ikinci kemoterapi uygulamasında başka bir ilaç bileşimi kullanılır.
Radyasyon:  Ameliyatı genellikle kemoterapi izler. Doktor tümörün hepsini çıkaramamışsa, radyoterapi bunu küçülterek kemoterapiye daha fazla şans tanır.

Sağkalım:  Yumurtalık kanseri erken teşhis edilirse 5 yıl sağ kalma şansı yüzde 60-80'dir. Bu kanser türü erken dönemde teşhis edilemediği için tamamıyla iyileşme oranı yüzde 30-40'dır. Her şeye karşın günümüzde geniş çaplı bir ameliyat ve kemoterapi ile ilerlemiş vakalarda da kadınlar çok daha uzun yaşayabilmektedirler.

DERMOİD KİST (TERATOM)      İnsan yaşamının en başında embriyoda başlıca 3 hücre tabakası bulunur.   Bu tabakalar farklılaşarak değişik hücre ve doku gruplarını ve organları oluştururlar. Bu tabakalara germ hücre tabakaları adı verilir.  Bu hücrelerden gelişen tümörler pek çok değişik dokuyu barındırma yeteneğine sahiptirler. Genelde baskın olan germ tabakası ektoderm adı verilen ve genelde vücudun dış yüzeyini oluşturan tabakadır. Bu tabakadan başta deri ve deri ekleri olmak üzere değişik dokular gelişir. Bu nedenle yumurtalıkta görülen iyi huylu germ hücre tümörleri "dermoid kist" olarak adlandırılmaktadır. Dermoid kist adı ile anılan kitlenin içinde pek çok değişik doku da bulunabilir. Bu kitle için kullanılan bir diğer ad ise "matür yani olgun teratom" dur. Bunun yanında aynı patolojiyi tanımlamak için kullanılan diğer terimler "matür kistik teratom" ve "benign ovarian kistik teratoma" dır.

Teratomların iyi huylu ya da kötü huylu (kanser) olması içerdikleri hücre türlerinin farklılaşma derecesine (matür-immatür) bağlıdır. İmmatür (olgun olmayan) teratomlar kötü huylu, matür (olgun) teratomlar ise iyi huyludur. Dermoid kist ya da matür teratom en fazla kuyruk sokumu bölgesinde (sakrokoksigeal teratom) görülür. Olguların % 57'si bu alandadır. % 27'si ise gonadlarda yani kadınlarda yumurtalık erkeklerde ise testistedir. Sakrokoksigeal teratoma her 20.000 – 40.000 canlı doğumda bir rastlanılır. Matür kistik teratom yani dermoid kist ise tüm yumurtalık tümörlerinin % 10–20 'sini oluşturur. En sık görülen germ hücreli yumurtalık tümörü olmasının yanı sıra 20 yaşından genç kızlarda en sık karşılaşılan yumurtalık tümörüdür.  Dermoid kistin boyutu birkaç santimetreden çok daha büyük boyutlara kadar değişebilir. Her yaşta görülebilmekle birlikte en sık üreme çağındaki kadınlarda görülür. Genelde tek taraflı olmakla birlikte % 8–15 olguda her iki yumurtalıkta da dermoid kist bulunur.  Dermoid kist bütün germ hücrelerinden parçalar taşıyabilir ancak genelde deri ve deri eklerine ait kısımlar daha fazla görülür. Deride bulunan yağ salgılayan salgı bezleri dermoid kist içinde de bulunduğundan kist sıvısı koyu kıvamlı, sarı - kahverengi renkli, yağlı, yoğun bir sıvıdır.  Kist içinde çoğu zaman saç, kıl, diş, kemik, kıkırdak, sinir gibi dokular da sıklıkla bulunur. İçerisinde yoğun olarak tiroid dokusu içermesi durumunda kişide tiroid hormonlarının aşırı salgılanması söz konusu olur.  Bu durumda ortaya çıkan patolojiye struma ovarii adı verilir ve hipertiroidi yani tiroid bezinin fazla çalışma bulguları ortaya çıkar.

Kansere dönme olasılığı var mıdır ? Dermoid kistin kansere dönme olasılığı son derece düşüktür. Olguların % 1-2'sinde uzun dönemde kanserleşme görülebilir.

Klinik ve Tanı Dermoid kisti olan kadınların yaklaşık % 70 'inde herhangi bir yakınma yoktur.  Dermoid kist genelde tipik bir belirti vermez ve herhangi bir nedenle yapılan muayene, ultrason incelemesi, radyolojik inceleme ya da ameliyatlar sırasında tesadüfen fark edilir. Belirti varlığında ise en sık karşılaşılan yakınma karın ağrısıdır. Bunun yanı sıra karında şişkinlik ve anormal kanama da görülebilir. Daha nadir karşılaşılan yakınmalar ise idrar ya da dışkılama problemleri ile sırt ağrısıdır. Struma ovarii varlığında hipertiroidi ile ilgili yakınmalar görülür.

Tedavi Dermoid kistin tedavisi cerrahidir. Fark edildiği anda çıkartılması uygun olur. Operasyon laparoskopik ya da açık ameliyat şeklinde yapılabilir. Ancak uygun vakalarda laparoskopik yaklaşım tercih edilmelidir.


Genelde üreme çağındaki kadınlarda görüldüğünden yumurtalık dokusunun korunmasına özen gösterilmeli ve sadece kist çıkartılmalı, yumurtalık alınmamalıdır. Operasyon sırasında kist rüptüre olursa karın boşluğu dikkatlice temizlenmeli, karın içinde kist içeriğine ait materyal kalmamasına büyük özen gösterilmelidir. Aksi takdirde kimyasal peritonit ortaya çıkabilir. Bu açıdan dermoid kist operasyonları özel deneyim ve dikkat gerektiren operasyonlardır. Alınan materyal mutlaka patolojik incelemeye gönderilmeli ve immatür (kansere dönüşüm gösterebilecek) içeriği olup olmadığı araştırılmalıdır. Tek taraflı olgularda diğer yumurtalıkta herhangi bir kitle yoksa biyopsi almaya gerek yoktur.

Dermoid Kist alınmazsa nelere sebep olur ? Dermoid kist bazı riskleri de beraberinde taşır. Bunlar torsiyon (sapı etrafında dönme), rüptür (yırtılma), enfeksiyon (iltihaplanma) ve kansere dönüşümdür.

Torsiyon (dönme): Dermoid kistin en sık karşılaşılan ve en korkulan komplikasyonu torsiyondur. İçeridiği dokular ve koyu kıvamlı sıvı nedeni ile ağır bir kisttir. Bu ağırlık yumurtalığın kendi etrafında dönmesine yani torsiyonuna neden olabilir. Torsiyon varlığında yumurtalığa giden kan akımı azalacağı ya da kesileceği için bir süre sonra kangren meydana gelir. Torsiyonun klinik bulgusu ise şiddetli kasık ve karın ağrısıdır. Olay ilerledikçe ağrı artar. Bazen tam bir torsiyon olmaz ve hafif ağrı ile birlikte kendini belli eder. Bir süre sonra yumurtalık detorsiyone olarak normal konumuna döner ve ağrı kaybolabilir. Dermoid kist varlığında torsiyon görülme sıklığı %3.2–16 arasındadır. Kistin büyüklüğü arttıkça torsiyon riski de artar.

Rüptür (yırtılma): Dermoid kistin rüptüre olması yani patlaması kendiliğinden olabileceği gibi torsiyona bağlı da gelişebilir ve %1–4 olguda karşılaşılır. Rüptür aniden oluştuğunda genelde şok gelişir. İçerdiği yağlı sıvı ve diğer dokular karın zarını irrite ederek tehlikeli bir durum olan kimyasal peritonite neden olabilir. Bazen ise küçük bir rüptür alanından yavaş bir sızıntı olur. Bu durum karın ağrısı ile beraber karın içinde şiddetli iltihap ve yapışıklıklara yol açar.

Enfeksiyon (iltahaplanma): Nadir görülen bir komplikasyondur ve olguların %1'inden daha azında karşılaşılır.  Kansere dönüşüm: Saf formunda matür kistik teratom iyi huylu bir tümördür. Ancak %1–2 olguda immatür bileşenler de bulunabilir ve kansere dönüşüm söz konusu olabilir. Böyle bir durumda 5 yıllık yaşam şansı % 15–31 arasındadır. Dermoid kist alınsa bile nadiren % 5 kadar olguda tekrarlayabilir.